Miraç Mucizesi
676 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "...Sana gösterdiğimiz rüya
ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik..." (İsra, 60)
mealindeki ayette geçen "rüya" için şu açıklamayı yaptı: "Bu, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) miraç gecesinde Beytu'l-Makdis'e götürüldüğü zaman
gözüyle görmesidir. "Kur'an'da lanetlenmiş ağaç" da zakkum ağacıdır."
1858 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "miraç sırasında İbrahim
(aleyhisselam)'le karşılaştım. Bana: "Ey Muhammed, ümmetine benden selam
söyle. Ve haber ver ki: Cennetin toprağı temiz, suyu tatlıdır. Burası (suyu
tutacak şekilde) düz ve boştur. Oraya atılacak tohum da sübhanallah,
velhamdülillah, ve lailahe illallah, vallahu ekber cümlesidir."
2050 "Usame İbnu Zeyd (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(miraç sırasında) cennetin kapısında
durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunIuğunun miskinler olduğunu
gördüm. Dünyadaki imkan sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye
emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum.
Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı."
3987 "İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haccm ne iyi kuldur; (fazla) kanı
giderir, beli hafifletir, gözü parlatır." İbnu Abbas der ki: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam miraç gecesinde, meleklerden mürekkeb bir cemaate her
uğrayışında: "Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!"
derlerdi."
6705 "Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "miraç gecesinde cennetin kapısı üzerinde
şu ibarenin yazılı olduğunu gördüm: "Sadaka on misliyle mükafaatlandırılacaktır.
Ödünç para onsekiz misliyle mllükafaatlandırılacaktır." Ben: "Ey Cibril! Ödünç
verilen şey ne sebeple sadakadan daha üstün oluyor?" diye sordum." "Çünkü dedi,
dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde sadaka ister. Borç isteyen ise,
ihtiyacı sebebiyle talepte bulunur."
Miraç Mucizesi
Miraç-delal-i hayrat şerhi
miraç
1. Sema
2. Sema
3. Sema
4. Sema
5. Sema
6. Sema
7. Sema
beyt'ül-mamur
sidre-i münteha
cennetin dört ırmağı
ramazan-ı şerif
namaz kılanlar
cebrail'in sureti
tahiyyat duası
cennetler
tuba ağacı
kevser suyu
mi'rac'ın müddeti
mi'rac'ın müddeti
ammar r.a. şöyle anlattı:
- resulüllah s.a.v efendimizin miracı üç saatte oldu; bitti.
Abdullah b. Münebbih ise, şöyle anlattı:
- resulüllah s.a.v efendimizin miraca gidişi gelişi dört
saatte olup bitti.
Hülâsa: Bu hususta tam bilgi allah katandadır. Ve., bu miracı
tasdik edip tam itikadla inanmak farzdır. Inanmayıp, resulüllah s.a. Efendimizin
kudüs'e kadar gittiğini inkâr eden kâfir olur. çünkü, bu hususta kat'î kesin
delil vardır; kur'an-ı azimüşşan'la sabittir.
Allah-ü taâlâ şöyle buyurdu:
- «kulunu, bir gece mescid-i haram'dan mescid-i aksa'ya kadar
götüren o yüce zat, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» (17/1)
mescid-i aksa'dan (kudüs'ten) semalara çıkmasını inkâr eden
müptedi (bid'atçı) ve dalâlet ehlidir. çünkü, resulüllah s.a. Efendimizin
semalara yükselmesi çeşitli yollarla çıkarılan hadis-i şeriflerle tes-bit
edilmiştir. Cümlesine inandık ve tasdik eyledik.
Işte, resulüllah s.a.v efendimize miraç şerefi ihsan
edildiğinden ism-i şerifine:
- sâhîb'ül - miraç.
Denildi. Allah-ü taâlâ ona salât ve selâm eylesin.(amin)
kevser suyu
cennetin ortasında bir ırmak gördüm. Arşın sütunlarında bir
yerden akıyordu. Su, süt, bal ve şarap çıkıyordu. Bunların hiç biri, diğerine
karışmıyordu.
Bu ırmağın kenarı zebercedden idi; içindeki saçılı taşlar
cevahirdi. Onun balçığı anber, otları zafirandı. çevresinde gümüşten su
bardakları vardı; bunların sayısı, gökteki yıldızlardan daha çoktu. Orada kuşlar
vardı ki, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese, sonra da
ırmaktan içse.. Yüce hakkın rızasına mazhar olur. Cebrail'e sordum:
- bu ne ırmaktır? Diye, şöyle anlattı:
- bu kevser'dir. ümmetinize bundan haber verin. Cennetin her
bağında bahçesinde, mutlaka bu kevser'den akan bir ırmak vardır.
Bu kevser'in kenarında çadırlar gördüm; cümlesi inciden ve
yakuttandı. Bunları cebrail'e sordum; bana şöyle anlattı:
- bunlar, senin hatunların konaklarıdır.
O çadırların içindeki hurileri gördüm; yüzleri ay ve güneş
gibi aydınlık veriyordu. Hep birden sesli bir şekilde nağmeler terennüm
ediyorlardı. şöyle diyorlardı:
- biz nağmeler söyleriz; hiç bıkmadan. Biz şarkılar söyleriz;
hiç yorulmadan. Biz giysilerle donanmışız; hiç soyulmayız. Biz gençleriz;
hiç ihtiyar olmayız. Biz, hep razıyız; hiç darılmayız. Biz hep
kalırız; hiç ölmeyiz. Biz, onların; onlar da bizim olanlara ne mutlu.
Bunların sesleri cennetin köşklerine ve ağaçlarına erişiyor;
onlardan sesler ve nağmeler peydah oluyordu. O seslerin bir parçası dünyaya
erişmiş olsaydı; dünyada ne mihnet kalırdı; ne de ölüm.
Cebrail bana şöyle dedi:
- bunların güzelliğini görmeyi ister misin? şöyle dedim:
- isterim.
Bunun üzerine bir çadırın kapısını açtı; baktım. öyle suretler
gördüm ki, ömrümü onu anlatmakla geçirsem, yine bitiremem. Onların yüzleri
sütten beyaz, dudakları yakuttan kırmızı, güneşten nurlu idi. Derileri kırmızı
gülden ve ipekten daha yumuşaktı. Aydan da daha aydınlık idi. Kokuları miskten
daha latifti. Saçları gayet siyahtı; kiminin saçı örülmüş; kiminin saçı
salınmıştı. Kiminin saçı da durulmuştu. Salınmış saçlısı bir yere otursa,
saçlar! çadır gibi iniyor; ayaklarına ulaşıyordu. Her birinin önünde bin tane
hizmetkârı vardı.
Cebrail şöyle dedi: - bunlar senin ümmetin içindir.
Cennette gördüğüm hayret verici şeylerden, biri de orada akan
dört ırmaktı:»
allah-ü taâlâ bu manada şöyle buyurdu:
- ('..cennette; rengi kokusu, hiç bir vasfı bozulmayan sudan
ırmaklar.. Tadına halel gelmeyen sütten ırmaklar., içenlere lezzet veren
şaraptan ırmaklar., süzme baldan ırmaklar vardır.» (47/15)
resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim. şöyle
buyurdu:
- «cebrail'e dedim ki:
-- bu ırmaklar nereden gelir?. Ve nereye gider?. şöyle
anlattı:
- o kadarım bilirim ki, kevser havuzuna akarlar. Ama nereden
geldiğini bilmem. Yüce hak katında senin kerametin çoktur. Istersen sana
bildirir.
Bu düşüncede iken, bir melek gördüm; büyüklüğünü allah'tan
başkası bilmez. çokça kanatlan vardı. Bana şöyle dedi:
- bir kanadıma mübarek ayaklarını koy; gözlerini yum.
Ben de onun dediği gibi yaptım; o mübarek melek uçtu. Sonra
bana:
- mübarek gözlerini aç.
Dedi. Ben de onun dediği gibi yaptım. Gözlerimi açınca, bir
ağaç gördüm; o ağacın altında ise, bir kubbe gördüm. O kadar büyüktü ki,
dünyanın tümünü o kubbenin üzerine koysalar, büyük bir dağın üzerine bir kuş
konmuş gibi olurdu. O kubbenin altından kilidi vardı; kapısı zeberceddendi.
Gördüm ki, o dört ırmak bu kubbeden çıkıyor. Bunu gördükten sonra, dönmek
istedim; o melek bana şöyle dedi:
- ned'en bu kubbenin içine girip işin aslına vâkıf olmak
istemiyorsun?.
- kapısı kilitli. Dedim, şöyle dedi:
- onun anahtarı sendedir.
- ya, bunun anahtarı nedir?. Deyince, o melek şöyle dedi:
- bîsmillahirrahmanirrahim. (rahman rahim allah'ın adı
ile.)
söyle; o ,kapı ağılır. Ben de ileri vardım:
- bismillahirrahmanlrrahlm. (rahman rahim allah'ın adı
ile.)
dedim; kapı hemen açıldı. Gördüm ki, o kubbenin dört
duvarından bu dört ırmak akıyor. Sonra bana:
- dikkatli bak.
Dedi. Baktım ki onun duvarının bir tarafında bism (ismi ile),
bir tarafında allah (allah'ın), bir tarafında (er-rahman), bir tarafında da
er-rahîm (rahim) yazılmış.
Su ırmağı bism'in mîm gözünden akıyordu.
Süt ırmağı allah'ın ha gözünden akıyordu.
şarap ırmağa er-rahman'ın mim gözünden akıyordu.
Bal ırmağı er-rahim'in mim gözünden akıyordu.
Böylece, gördüm ki, o dört ırmak bu dört kelimeden
çıkıyor.
Buradan gitmek istediğim zaman, bana bir hitap geldi:
- bir kimse, beni bu kelimelerle anarsa., halis bir
kalble:
- bîsmillahirrahmanirrahim. (rahman rahim allah'ın adı
ile.)
derse bu dört ırmaktan ona içiririm. âlemlerin rabbı allah'a
hamd olsun. Sonra..
Cennette köşkler gördüm; inciden ve yakuttandı. Her birinin
arası mağriple maşrık arası kadardı. Cebrail'e sordum:
- bu köşkler kimindir?. şöyle anlattı:
- bir âmâyı elinden tutup yedi adım götüre: Lerindir.
- bunu ümmetime müdeleyeyim mi?. Dedim; şöyle dedi:
- müjdeleyin; ama bundan daha büyük bir müjde vardır, onu da
müjdeleyin.. şudur: Bir mümin sabah kalkıp:
- la ilahe illallah. (allah'tan başka ilâh yoktur.) dedikten
sonra abdest alarak namaz kılarsa, yüce hak onun için
cennette tamamı yirmi dünya büyüklüğünde mağripten meşrıka
kadar mekân ihsan eder.
Bundan sonra. Idris'i a.s. Gördüm; selâm verdim. Selâmımı tam
tazimle aldı; bana:
- merhaba. Dedi. şöyle dedim:
- güzel bir makama eriştin. Böyle deyince bana dedi k-i:
- n'olurdu, keşke dünyada olup senin ümmetinden sayılaydım.
şöyle dedim:
- can acısından selâmet bulup bu yüce makama eriştin; dünyayı
neylersin?.
Bu kerre "de şöyle dedi:
- dünya yaratıldıktan bu ana kadar cümle yaratılmışların can
acısını çekeydim; ama senin didarınla müşerref olaydım; böylece de ümmetin
olaydım.
şöyle sordum:
- ey kardeşim idris» böyle istemenin sebebi nedir?. şöyle
anlattı:
- hangi köşkü görsem, hangi huriye teveccüh etsem şöyle
diyorlar:
- biz, muhammed ümmetine aitiz.
Bu arada bir dağ gördüm; onun adına:
- cebel-i rahmet. (rahmet dağı.)
derler. Baş yüksekliği arş'a erişmişti; misk ve
anberdendi.
O dağa iki kapı tertip etmişler; ikisi de ak gümüşten. Bir
kapı ile diğerinin arası şu kadardı ki: Bir kimse, bir ata binip süratle beş yüz
yıl seğirtse, bir kapıdan öbürüne ulaşamaz.
Içinde o kadar köşkler ve saraylar vardı ki, onların sayısını
yapmak mümkün değil. Keza, onların güzelliğini anlatmak da mümkün değildir.
Sordum:
- bu köşkler, hangi peygamberindir. Yüce bak şöyle
buyurdu:
- bu, peygamberler makamı değildir. ümmet-i muhammed'den bir
kimse iki rikât namaz kılarsa, ona burada bir makam veririm.
Işte, anlatılan sebeoten ötürü, senin ümmetinden olmayı taleb
ettim.
Hâsılı: Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediğ, beşer
kalbine gelmeyen nimetler gördüm.
Bundan sonra, cebrail ile cennetten çıktık. Yedinci semaya
indim burada ibrahim peygamberle görüştüm. Merhabalaştık; miracımı kutladı. Bana
başka bir şey sormadı.
Bundan sonra, altıncı semaya indim; burada musa ile görüştüm.
O da miracımı kutladı; merhabalaştırk. Sonra, bana sordu:
- ya resulellah, ümmetine ne emrolundu?.
şöyle anlattım:
- bir gün ve bir gecede elli vakit namaz,, bir yılda altı ay
oruç, cenabetten yedi kere gusül, murdarlık bulaşan yeri yedi kere yıkamak..
Bunları dinledikten sonra musa şöyle dedi:
- ümmetin, bunlara güç yetiremez; hepsini eda edip yerine
getiremez. Vallahi senden evvel ben insanları tecrübe ettim. ümmetim olan beni
israil'e türlü türlü vasiyetler, ahdler ve ikna yolundan çeşitli çarelere
başvurdum. Yine de yerine getiremediler. ümmetin için, bunların hafifletilmesini
rabbından rica eyle.
Bunun üzerine döndüm; sidre-i münteha'ya vardım secde eyledim.
Niyaz ederek şöyle dedim:
- ya rabbi, ümmetim zaiftir; elli vakit namaza, altı ay oruca,
yedi kere gusle, onlar ve ben takat getiremeyip kusur ederiz. Lütuf ve kerem
olarak bunları hafiflet.
Bu niyazım üzerine, on vakit namaz, bir ay oruç; bir gusül
kaldırıldı. Döndüm; musa'ya geldim. Durumu anlattım; şöyle dedi:
- ümmetin kırk vakit namazı, beş ay orucu, altı kere guslü
yerine getiremeyip kusur ederler. ümmetine acı, hafifletilmesini iste.
Bunun üzerine, tekrar sidre-i münteha'ya varıp
hafifletilmesini rica ettim. Yine on vakit namaz bir ay oruç, bir kere gusül
kaldırıldı. Yine: Musa'ya geldim; durumu haber verdim. şöyle dedi:
- ümmetin zaiftir. Otuz vakit namazı, dört ay orucu, beş kere
guslü yerine getiremezler; kusur ederler. Bunun hafifletilmesini iste.
Tekrar gittim; secde eyledim. Bu emrin daha hafifletilmesini
istedim; hafifletildi. Gelip durumu musa'ya haber verip müşavere ettim. Tekrar
gittim; hafifletilmesini istedim. Bunu yapmaya devam ettim; taa, sonunda:
- ümmetin, bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılsın; yılda
bir ay ramazan orucu tutsunlar; cenabetten bir kere gusül etsin; murdarlıktan
elbiselerini bir kere yıkasınlar..
Emrini almcaya kadar. Bu emri de, dönüp geldim; musa'ya
anlattım:
- beş vakit namaz, bir ay oruç, bir kere gusül, necasetleri
bir kere yıkamakla emrolundum.
Dedim. Musa a.s. şöyle dedi:
- yine hafifletilmesini iste. Dedim ki:
- çok talep ettim; her talep ettiğimde de hafifletildi kerem
olarak. Tekrar hafifletilmesini istemekten utanırım. Artık bunu kabul ettim
musa'yı geçtikten sonra rabbımdan bir nida geldi:
- kullarımın ibadetini hafiflettim; beş vakit namazı
imzaladım. Ya muhamnıed, beş vakit namaz kılsınlar, onlara elli vakit namaz
kılmış gibi sevap ihsan ederim.
ümmetinden her kim, bir iyilik işlemek niyet edip sonra
yapamazsa, onun niyetine göre bir sevap ihsan ederim. Hatta, yedi yüze varıncaya
kadar, kat kat sevap ihsan ederim. şayet bir günah işlemeye kasd eder de
yapmazsa, o işi etmediği için sevap veririm. şayet kasd ettiğini yaparsa, onun
için bir günah yazarım.
Sonra..
Cebrail'in kanadına binip beyt-i makdis'e geldim. Burak'ı
bağladığım halkayı gördüm. Mescide girip allah-ü taâlâ'ya şükür niyeti ile iki
rikât namaz kıldım. Yüce hakkın bu fazlına, keremine, lütuf ve ihsanına hamd ü
şükür ettim.
Bundan sonra, burak'a binip göz açıp kapayacak kadar az zaman
içinde, mekke'ye geldim. Allah'ın kudreti ile yatağımın henüz ısısı gitmemiş
buldum.»
Tuba ağacı
cennet içinde bir ağaca uğradım; güzellikte ve cemalde onun bir
benzerini görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki: Gayet
büyük. Dalları her yana yayıldığından, ağaçtan başka bir şey görünmüyor.
O ağaçta öyle güzel bir koku buldum ki, cennet içinde ondan daha
güzel bir koku koklamadım.
O ağacın her tarafına baktım. Onun yapraklan beyaz, kırmızı,
yeşil, sarı ve çeşitli renklerde cennetin her birine has hülleler ve
libaslardır.
O ağacın yemişleri koca sırıklar gibi idi. Onun her yemişinde;
yerin ve semanın nekadar nimeti ve yemişi varsa, hepsinin rengi, lezzeti,
letafeti, kokusu ondan mevcuttu.
O ağaca, onun güzelliğine, onun letafetine ve süsüne hayran
kaldım
- bu ne ağacıdır?. Dedim; cebrail şöyle anlattı:
- bunun adına, tuba ağacı derler.
cennetler
bundan sonra cebrail bana şöyle dedi:
- buyurun size cenneti göstereyim.
Sonra, beni alıp cennete götürdü. Cennetin kapısına şunların
yazıldığını gördüm:
- sadakanın birine on sevap verilir.
- borç verenin birine on sekiz sevap verilir. Cebrail'e şöyle
sordum:
- sadakanın birine on sevap, borcun birine on sekiz sevap
verilmesinin sırrı ve hikmeti nedir?.
şöyle anlattı:
- ya resulellah, sadaka bazan muhtaç olana düşer; bazan da muhtaç
olmayana.. Ania borç böyle olmaz; o mutlaka lâyık olana verilir.
Cennetin kapısının üst çıkıntılı kısmında şu üç satır yazılı
idi:
- la ilahe illallah muhammedün resulullah. (allah'tan başka ilân
yoktur, muhammen allah'ın resulüdür.)
- önce gönderdiğimizi burada bulduk; yediğimiz yanımıza kâr
kaldı; geriye bıraktığımızı kaybettik.
- günahkâr kullar; bağışlayıcı yüce rabb.» ikinci satırın kısaca
açıklaması şudur:
- şu mallarımız ki, biz onları hayırlı yerlere harcadık,
fakirlere, zaiflere sadaka olarak verdik; onu bugün burada hazır bulduk. şu
mallarımız ki, onu yiyip bitirdik^ bunun faydasını gördük. şu mallarımız ki, onu
da ölünce geride bıraktık; bunda da aldandık ve ziyan ettik.
üçüncü satırın.şerhi ise şöyledir:
- muhammed s.a.v ümmeti büyük ve çokça günah işlerler. Onları
hidayet nuruna irşad etmek sureti ile pürnur edip, resulüllah'ın s.a. ümmetlik
bölüğüne koydu. Böylece, nur üstü nur saadetine maz-har eden yüce rabbımız tam
manası ile bağışlayıcıdır. Onların küçük, büyük, gizli ve aşikâr, bilerek ve
bilmeyerek irtikâb ettikleri cürüm ve günahlarını, ayıp ve zenblerini af
mağfiret edip sırf lütuf, kerem, fazıl velayeti ile meccanen umumî rahmetine
nail eder; üstün cennetlerine koyar. Cümle nimetlerin en azizi ve en lezizi
büyük rızasına ka-vuşturur. Bütün bunlarla, ümmet-i muhammedi sair ümmetlerden
daha faziletli kılmış olur.
Nitekim bu manalarda allah-ü taâlâ kur'an-ı kerim'de söyle
buyurdu:
"söyle: Ey kendi aleyhlerine haddi aşanlar, allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin. çünkü, allah bütün günahları bağışlar. şüphesiz o, çok
bağışlayandır; çok merhametlidir.» (39/53) bir başka âyet-i kerimede ise şöyle
buyurdu:
- «siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz, iyiliği
emreder; kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. Allah'a inanıyorsunuz; ehl-i
kitap da inansaydı, kendileri için hayırlı olurdu. Içlerinden iman edenler var;
ama, pek çoğu fasiklerdir.» (3/10)
bütün bu âyetlerde anlatılan mana, ümmet-i muhammed'e büyük bir
müjdedir.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
- «cennetin kapısı kızıl altındandı. Her kanadının kalınlığı beş
yüz yıllık yoldu. O kapının dört yüz çivisi (veya direği - sütunu) vardı:
Inciden, lâalden, yakuttan, zümrütten idi. Her çivinin ortasında bir büyük halka
vardı. Bu halka, kırmızı yakuttandı; gayetle büyüktü. Içinde kırk bin şehir
vardı; her şehrin içinde de, kırk bin kubbe vardı. Her kubbenin içinde ise, kırk
bin melek oturmuştu. Bu melekler ellerinde ikişer tabak tutuyorlardı; biri
hülle, biri de nur dolu idi. Bunları cebrail'den sordum, bana şöyle dedi:
- ya resulellah, bunlar âdem'den seksen bin sene evvel yaratıldı.
Bu makamda ellerinde tabaklar böylece beklerler; sırf sana ve ümmetine niyaz
etmek için... Kıyamet günü, izzet ve saadetle ümmetinle
teşrif buyurduğun, buranın eşiğine kadem bastığın zaman, bu
melekler hoşgeldin ve izzet ikram babında bu tabaklardakileri saçarlar. Bundan
sonra, cebrail, cennetin kapısını tahrik etti. Cennetin hazinedarı olan
rıdvan:
- kimdir?. Diye sordu.
- cebrailim. Deyince, tekrar sordu:
- ya seninle beraber olan kimdir?.
- muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu:.
- onun peygamberlik zamanı geldi mi?. Onun bu sorusuna da
cebrail:
- evet, geldi. Deyince:
- allah'a hamd olsun. Deyip kapıyı açtı.
Gördüm ki, kapının bentleri gümüşten, eşiği inciden, çerçeveleri
de cevahirden..
Içeri girince rıdvan'ı gördüm, işlemeli bir taht üzerine
otur-muştu. Melekler de, çevresinde el bağlayıp durmuşlardı. Bana tazim tekrim
ettiler.
Selâm verdim; karşılığını verdi ve bana sevinçli göründü;
müjdeledi:
- cennet ehlinin pek çoğu senin ümmetindendir. Dedim ki:
- bana ümmetimden haber ver. şöyle dedi:
- yüce hak, cenneti üç kısma ayırdı, ikisini senin ümmetine
birini de sair ümmetlere verdi.
Rıdvan'ın önünde, nurdan çokça anahtarlar vardı; gördüm.
Sordum:
- bu anahtarlar nedir?. şöyle anlattı:
-: ümmetinden bir kimse:
- la ilahe illallah. (allah'tan başka ilâh yoktur.)
derse, yüce hak onun için bir köşk yaratır. O köşkün anahtarını
da bana teslim eder. O kimse, kıyamet günü kabirden kalktığı zaman, köşkünün
anahtarını kendisine veririm. Gider; menziline girer.
Rıdvan'ın halifelerini ve askerlerini gördüm.
Cennetin kapısına bir halife koymuştu.
Her halifenin hizmetinde yedi yüz bin melek vardı.
Yalnız, rıdvan'ın yetmiş bin kumandanı vardı. Her kumandanın
yetmiş bin askeri vardı.
Rıdvan'ın okuduğu teşbih duası şuydu:
- büyük yaratıcı yüce bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Kerimlerin en kerimi yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine itaat
edene sevap olarak naim cennetini ihsan eden yüce zat, .noksan sıfatlardan
münezzehtir. (1)
bundan sonra, bana naim cennetini gösterdi.
Hâsılı: O kadar çeşitli nimetler gördüm ki, bütün ömrümü onun
beyanı için harcasam, onu. Anlatıp bitirmek mümkün olmazdı.
Cennetin duvarlarını şöyle gördüm: Bir kerpici altın, bir kerpici
gümüş, bir kerpici kızıl yakut, bir kerpici yeşil zeberced, bir kerpici inci..
Harç yerine misk ve kâfur kullanmışlardı.
Duvarın kalınlığı beş yüz yıllık yoldu.
Duvarı o kadar berrak ki, dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı
görünür. Ayna gibi idi.
Yedi kat sema, yedi kat yer, arş, kürsî onun duvarlarından
müşahede edilirdi.
Cennetin toprağı, misk, anber ve kâfurdu. Otları zafiran ve
erguvan idi.
Cennetin ufak çakıl taşı yerine zümrüt, yakut, inci
dökülmüştü.
Cennette köşkler gördüm: Bazısı yakuttandı, kubbeleri de
incidendi. Bazısı da cevahirden olup, kubbeleri de zümrüttendi. Bazısı da
altındandı.
Her köşkte yetmiş bin saray vardı; her sarayda da yetmiş bin
hücre.. Her hücrede ise,, yetmiş bin hane vardı. Her hanenin de bazısında
altından, bazısında gümüşten taht vardı. Her taht üzerinde zeber-cetten bir
çadır, her çadırda ise, yetmiş bin dibaceden yatak vardı. Yetmiş bin yatak pek
süslü döşenmişti. Hiç bir yatak, diğerine benzemiyordu; türlü anber, misk ile
doldurulmuştu.
Orada bulunan hurilerin, giydikleri hüllelerden etleri, derileri,
kemikleri ve ilikleri görünüyordu. Her hurinin başında bir taç vardı; cevahirle
süslenmişti. Her bir hurinin kırk bin zülüflü bukle misk saçı vardı. Her birinin
zülüfü yetmiş bin zinetle bezenmişti. O zinet-lerin her birinden çeşitli tatlı
sesler çıkıyordu. Ki onları dinlemekten büyük lezzetler hasıl oluyordu.
Her hurinin önünde yetmiş bin hizmetkâr durmuştu.
Her tahtın etrafında altından ve gümüşten, inciden, zümrütten,
kâfurdan kürsüler dizilmişti. Bir kürsü diğer kürsüye benzemiyordu.
Cennette ırmaklar gördüm: Sütten, sudan, şaraptan, baldan... Her
köşke bu dört ırmaktan kol ayrılıyor; o köşklerin içine akıyordu: Kâfurdan,
beyaz, baldan tatlı, kokusu miskten güzel.
Orada çeşmeler gördüm: Rehiykten, selsebilden, tesnimden... O
ırmakların ve çeşmelerin kenarları altın, inci, gümüş ve yakuttandı.
ö ırmakların içindeki taşlar, kaynaklarda olan cevahir ve inciler
çeşitli renklerle renkleniyordu.
O ırmakların köpüğü misk ve anber idi. .çevresinde biten otlar,
sünbül ve zafiran idi.
Orada ağaçlar gördüm şöyle ulu idi: Bir kimse, yörük atla yetmiş
bin sene koşsa, onun gölgesinden çıkamaz. O ağaçların kökü altından, dalları
yakuttan, inciden, zeberceddendi. O ağacın yaprakları, sündüsten, harirden,
dibacdandı. Onun her yaprağı kaftan kafa kadar dünyayı tutmuştu. O ağacın her
meyvesi, büyük testi kadar iri idi. Her meyvede yetmiş türlü lezzet vardı.
Her meyve kendisini cennet ehline arz eder. Cennet ehlinin gönlü
o meyveyi istediği zaman, yerinden kopar; altın bir tabak içinde onun ağzı
hizasına gelir. Hem de zahmetsizce, duraklamadan.. O ağaç, bin yıllık uzakta
olsa dahi, derhal isteyenin yanına gelirdi; dudağına yaklaşırdı. Yani: O ağacın
meyvesi gelirdi. Cennet ehli ise., onu istediği gibi yer.. O yedikten sonra,
hemen yenisi o meyvenin yerine çıkar. ,
o ağacın üzerinde kuşlar gördüm: Deve misali idiler. Cennette ne
çeşit renk varsa, onların üzerinde o renkten vardı. Tahtların önünden geçip yüz
çeşit ayrı sesler ve nağmeler çıkarıyorlardı.
Cennet ehli o kuşlardan birine sorar:
- sesin mi güzeldir; yoksa suretin mi daha güzeldir.
Ondan şu cevabı alırlar:
- etim, ikisinden de güzeldir.
Kuşun bu deyişi üzenine, o kimsenin iştahı olursa, derhal o kuş
büryan olur; isteyenin önüne gelir. Nasıl isterse öyle yer. Yedikten sonra, o
kuş tekrar ve hemen dirilir. O ağacın üzerinde nağmelerle ötmeye başlar; hep
birden cennet ehlini överler.
Bana sekiz cenneti arz ettiler; bunların dördü bağ ile bostan
idi. O cennetler şunlardı:
1. Firdevs cenneti.
2. Me'va cenneti.
3. Adn cenneti.
4. Naim cenneti.
şunlar, saraylar ve bağlar, bahçelerden ibaretti.
5. Dar'üs - selâm. (selâm yurdu.)
6. Dar'ül - celâl. (celâl yurdu.)
7. Dar'ül - karar. (karar yurdu.)
8. Dar'ül - huld. (daimî yurt.)
bit son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve
yerde, yabanda olan kumlar sayısında çimenler ve bostanlar vardır. Arş-ı rahman,
cennetin tavanıdır.
Bana yalnız adn cennetikdeki köşkleri gösterdiler; göklerde oîan
yıldızlar sayısı kadardı. Onların pek çoğu, ashabım ve ümmetimin ismine idi. Her
köşk yerle sema arası kadardı. Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve şöyle
dedi:
- şu falanın köşküdür, şu da falanın köşküdür. Böylece, onları
bir bir tayin etti.
Onların içinde bir köşk gördüm; cümlesinden yüksek ve
büyüktü.
- bu köşk kimindir?. Diye sordum, söyle dedi:
- ebu bekir sıddık'ındır.
Daha sonra ömer'in, daha sonra osman'ın, daha sonra ali'nin
köşklelini gösterdi.»
bu, arada, resulüllah s.a.v efendimiz hz. Ebu bekir'e r.a. şöyle
buyurdu:
-«ey ebu bekir, senin kasrını (köşkünü) gördüm; kızıl altındandı.
Onda olan lütufları, hazırlanan ihsanları müşahede ettim.»
bunun üzerine, hz. Ebu bekir r.a. şöyle dedi:
- o kasrın sahibi sana fedadır ya resulellah. Bundan sonra, hz.
ömer'e r.a. şöyle buyurdu:
- «senin köşkünü de gördüm; yakuttan idi. Orada çokça huriler
vardı. Içeri girdim; senin kıskançlığı düşündüm.»
bundan sonra, hz. Osman'a r.a. şöyle buyurdu:
- «seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm; mütalaa
ettim.»
daha sonra, hz. Ali'ye r.a. şöyle buyurdu:
-"ya ali, senin suretini dördüncü semada gördüm; cibril'e sordum;
şöyle anlattı:
- ya resulellah, melekler ali'yi görmeğe müştak oldular. Onun
için yüce hak onun suretinde bir melek yarattı; dördüncü kat semaya bıraktı. Ta
ki, melekler onu ziyaret edeler.
Sonra., senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım; kokladım.
Oradan bir huri çıktı; perdesini çekti. Ona:
- sen kimsin?.
Diye sordum; şöyle dedi:
- senin kardeşin ve amcanın oğlu ali için yaratıldım ya
resulellah,.»
seyyid'ül - kevneyn resul'üs - sakaleyn îmam'ül - harameyn
re-sulüllah s.a.v efendimiz bundan sonrasını şöyle anlattı: -«önümde bir ayak
sesi işittim. Cebrail'e:
- bu kimin ayak sesidir?. Diye sordum; şöyle dedi:
- ya resulellah, müezzininiz bilâl'ın ayak sesidir.»
rivayet edildiğine göre, resulüllah s.a.v efendimiz, bilâl'e
r.a.
şöyle sordu
- «miraca çıktığım gece, cennette ayağının sesini işittim. Sen ne
amel ettin ki, o rütbeye nail oldun?.»
resulüllah s.a.v efendimizin bu sorusu üzerine bilâl r.a. şöyle
anlattı:
- fazladan bir amelim yoktur. Ancak her abdest bozduğumda yeniden
abdest alırım. Her abdest aldığımda iki rekât namaz kılarım.
Bunun üzerine, resulüllah s.a.v efendimiz şöyle buyurdu:
- «işte, seni önümde yürüten bu amelindir.» resulüllah s.a.v
efendimiz devamla şöyle buyurdu:
- «bu arada önümde yine yürüyen bir ayak sesi işittim. Durumu
cebrail'e sordum; şöyle dedi:
- bu, ansardan sabırlı fakir bir hatunun, ayak sesidir. Ki o:
Mil-han kızı gamsa'nın ayak sesidir.
Yine orada gördüm ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in iki büyük
menzilesi var.
Bunun sebebi şuydu: Biri isa'nın şeriatı ile amel ettiğinden
ötürü verilmişti; diğeri de, ben resul olup isa'nın şeriatı kaldırıldığı için,
şeriatımla amel ettiğinden verildi. Işbu sebeplerden ona iki derece ihsan
olundu.
Bu arada, inciden yapılma kubbeler gördüm; bunların toprağı
misktendi. Cebrail'e sordum:
- bunlar kimlerindir?. Diye, şöyle anlattı:
- ümmetinden imamların ve müezzinlerindir.
Bu arada şunu da gördüm: Cafer b. Ebi talib, meleklerle uçub
duruyordu.
Yine cennette amcam hamza'yı gördüm; cennette bir şerire dayanmış
vaziyette oturuyordu.
Hatice'yi cennet nehirlerinden bir nehir üzerinde inciden bir
köşk içinde gördüm.
tahiyyat duası
resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
- «cemal nimeti ile mükerrem olduğumdan dilime şöyle demek
geldi:
- et-tahiyyatü lîllahî ves-salâvatü vet-tayyîba-tü. (lisan ile
sena, hamd ve ibadet, beden ile ibadet; mal ile ibadet ancak allah-ü azimüşşan'a
mahsustur. Hak mabud ancak odur.)
ben, böyle dedikten sonra, celâl ve ikram sahibi yüce allah şöyle
buyurdu:
- es-selâmü aleyke eyyüha'n-nebîyyü ve rahmetul-lahi ve
berekâtühu. (selâm sana ey peygamber. Yani: Dünya ve âhiretin cümle azaplarından
ve kötülüklerinden dehşet ve şiddetlerinden selâmette ol, ey şanlı peygamber.
Allah'ın rahmeti ve bereketleri de sana..)
bu şekilde bana has bir selâm verdi; buna karşılık şöyle
dedim:
- es-selâmü aleyna. Ve âlâ ibadlllah'is-salîhîn. (o selâma icabet
ve kabul ettiğimizden, dünyanın ve âhiretin selâmeti bizlere olsun. Yani: Bütün
peygamberlere.. Sonra, salih kullara olsun. Ki: Salih kullar muhammed ümmetinin
adıdır. Bu manaya göre:
- selâm ümmetimin de üzerine olsun. Demektir.)
cebrail bu sırdan haberdar oldu; bulunduğu madamdan şöyle
şe-hadet etti:
- eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve
resulüh. (şehadet ederim ki, allah'tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim
ki, muhammed onun kulu ve resulüdür.)
bundan sonra, izzet sahibi yüce allah bana şöyle sordu:
- ya muhammed, sema ehli hangi amelin işlenmesini temenni ve arzu
ederler, bilir misin?.
şöyle dedim:
- bilmem ey rabbım, her şeyi sen bilirsin. Gaybleri de yine sen
bilirsin.
Tekrar izzet sahibi rabbım şöyle buyurdu:
- ya muhammed, mele-i âlâ hangi ameli işlemeyi arzu ve temenni
eder, bilir misin?.
şöyle dedim:
- bilmem ey rabbım, onu ve herşeyi ancak sen bilirsin. çünkü sen,
gaybîeri bilensin.
Bundan sonra, lütfunu, keremini, fazlını, ihsanını verip her şeyi
keremi ile öğretti. Cümle ilimlere vâsıl eyledi. Tekrar sordu:
- mele-i âlâ hangi ameli işlemek ister bilir misin?. şöyle
dedim:
- günahlara kefaret olan ve onları kapatan amelleri, cennetteki
dereceleri yükselten amellerin işlenmesini isterler.
îzzet sahibi rabbım sordu:
- günahlara kefaret olan ameller nedir?. şöyle dedim:
- soğuk günlerde soğuk sû ile abdest alıp azalarını tam yıkamak,
cemaatle namaz kılmaya ayakları ile yürüyüp gitmek, bir na-ması kıldıktan sonra,
öbür namazı beklemek, (yani: Vakit yaklaştı mı diyerek hazırlanmak), bu üç amel
günahlara kefarettir. Her kim bu üç ameli işlerse, o kimse, hayırla ömür sürüp
gider; daima hayır içinde olur. Anasından doğduğu günkü gibi günahlarından
temizlenir.»
son iki cümleye verilen mana, cümîe-i hayriye olduğu düşünülerek
verilen manadır. Ama inşaiye ve duâiye de olabilir; o zaman da mana şöyle
olabilir:
- «her kim bu üç ameli işlerse, rica ve niyazım odur ki, o kimse
hayırla ömür sürüp geçinsin. Daima hayır içinde olsun. Anasından doğduğu günkü
gibi günahlarından yana temiz pak olsun.»
resulullah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
"- «izzet sahibi rabbım-tekrar sordu:
- cennette dereceleri âli kılan amel nedir?.
şöyle dedim:
- misafire ve halka yemek yedirmek, rasgeldiği mümine selâm
vermek, gece insanlar uyurken kalkıp namaz kılmak., bu üç amel, cennette
dereceleri âli kılar.
Bundan sonra, sübhan olan yüce hak, bana tekrar şöyle
buyurdu:
- söyle, ya muhammed.
- ne söyleyeyim?., ya rabbi. Dedim, yüce hak şöyle buyurdu:
- şu duayı oku: Allahım, senden iyiliklere dair amel işlemeyi,
kötülükleri terki istiyorum. Bir kavme azab edeceksen, ben de onların
arasındaysam, azaba uğramadan beni zatına al. »
server-i alem seyyid-i veled-i beniâdem resulüllah s.a.v
efendimiz yakınlık makamına nail olup cemal müşahedesine erdi. Izzet sahibi
rabbın kelâmını duyarak ilmelyakin derecesinden aynelyakine ulaştı gaybî imanı
şuhuda dayalı bir imana çevrildi. Sübhan olan yüce hak, bu mânayı resulüllah
s.a.v efendimize haber verip şöyle buyurdu:
- «rabbından, kendisine gelene resul iman etti.» (2/285)
burada:
- «resul.»
lafzından murad, resulüllah s.a. Efendimizdir. Resulüllah s.a.
Efendimiz şöyle buyurdu:
- «üstteki âyet-i celile üzerine şöyle dedim:
- evet ya rabbi, cümle inzal olunanlara iman ettim. Yüce hak
şöyle sordu:
Başka kim iman etti?. şöyle dedim:
- - bütün müminler şanı büyük allah'a iman etti. (2/285) yüce hak
tekrar sordu:
- başka kime iman ettiler?. şöyle dedim':
- allah'in meleklerine, kitaplarına ve resullerine. Allah'in
resulleri arasında hiçbir fark gözetmeyiz; cümlesini tasdik .ederiz.
Yüce hak şöyle buyurdu:
- müminler, inzal olunanlara ve rabbın kitabında olan emirlere ne
dediler?.
- duyduk iman getirip itaat ettik. (2/285)
dediler ya rabbi.
Dedim. Yüce hak şöyle buyurdu:
- doğru söyledim ya muhammed, onlar benim kitabımı dinleyip
emrime itaat ederler. şimdi ne muradın varsa, iste; verilir.
şöyle dedim:
- rabbımız, affını mağfiretini isteriz; sonunda senin huzuruna
varacağız. Af ve mağfiret ederek huzuruna pak ilet. (2/285)
bunun üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- seni ve ümmetini bağışladım.
Sonra, yüce hak azamet ve celâli ile şöyle buyurdu:
- allah, hiçbir nefse gücünden fazlasını teklif etmez; ancak gücü
yettiği kadarını ona emreder. Bu meyanda, yaptığı bir iyilik olursa; kendi
yararınadır. Yapacağı masiyet misilli şeyler ise., kendi zara-
rmadır. (2/286)
bundan sonra, yüce hak şöyle buyurdu:
- bu gece ata (ihsan-bahşiş) gecesidir. Ya muhammed, ne muradın
varsa iste; verilsin. '
şöyle dedim:
- rabbımız, hata, nisyan olarak bizden vaki şeylerle bizi
mua-
haze etmez. (2/286)
yüce hak şöyle buyurdu:
- senden ve ümmetinden hata ve nisyan olarak vaki günahları
bağışladım; af ettim. Kendilerine zorla yaptırılan günahlarını da affettim.
Sonra şöyle buyurdu:
- tekrar iste; verilecektir.
şöyle dedim:
- rabbımız, bizden evvel gelen ümmetlere yüklediğin ağır yükleri
bize de yükleme. (2/286)
bizim şeriatımızı sair ümmetlerin şeriatları gibi zor ve güçlü
eyleme.»
resulüllah s,a.v efendimiz şunu anlatmak istiyor: Geçmiş
ümmetlerin üzerlerine yüklenen ağır amelleri bize de emretme.
O ameller: Mallarının dörtte birini zekât vermek, elbiselerine
murdar bir şey bulaşınca, o bulaşık yeri kesmek, irtikâb ettikleri günahın
cezasını tezden vermek ve benzeri cezalar..
Meselâ: Onlar bir günah işledikleri zaman, tayyibattan bir şey
onlara helâl olduğu halde, irtikâb ettikleri günah dolayısı ile, ceza olarak o
şey haram olurdu.
Sonra onlar, bir masiyet irtikâb ettikleri zaman maymun ve hınzır
şekline döner değişirlerdi.
Geceleri bir günah işledikleri zaman, ya alınlarına yahut
kapılarının üzerine o günahları yazılırdı. şöyleki:
Gece bu adam bir günah işledi: Bunun cezası kendisini
öldürmektir.
Yahut onun cezası şunlardır: Kendisini ateşe yakmak, falan
azasını kesmek..
Bu şekilde onların yaptıkları hatalar açıklanır; dolayısı ile
rüsvay olurlardı.
Yine onlar, kiliselerinden başka bir yerde namaz kılamazlardı;
caiz değildi.
Oruç tutacakları gece, yatsıdan sonra yemek ve ehlinin yanma
varmak haramdı.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- «işte, bunlar gibi cümle güçlükleri bize de yükleme. Diyerek
niyaz eyledim. Bunun üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- sana ve ümmetine kolaylık ihs'an eyledim; bu güçlükleri
yüklemem. Başka iste; verilsin.
şöyle dedim:
- rabbımız, gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme. (2/
286)
(yani: Belâları ve ağır işleri..) şöyle buyurdu:
- sana ve ümmetine böyle güçleri yetmeyeceği şeyleri, ağır
işleri, meşakkatleri yüklemem. Başka iste; verilecektir.
şöyle dedim:
- bizi affet. (2/286) şöyle buyurdu:
- senin ve ümmetinin günahlarını affettim.
- bizi bağışla. (2/286) yüce hak şöyle buyurdu:
- seni ve ümmetini mağfiret eyledim.»
bir rivayete göre: Resulüllah s.a. Efendimiz masiyetleri tek tek
sarahaten anlatıp onlardan ümmeti için mağfiret dilemiştir. Her istediği için de
yüce hak:
- bağışladım. Buyurdu.
Resulüllah s.a. Efendimiz şöj'le devam etti:
- «sonra şöyle dedim:
- bize merhametinle muamele eyle. (2/286)-bunun üzerine yüce hak
şöyle buyurdu:
- merhamet eyledim.
Daha sonra:
- sen velimizsin, yardımcımızsın. (2/286)
dedim; yüce hak şöyle buyurdu:
- cümle müminlerin velisi allah-ü azimüşşandır; kâfirlerin
mevlâsı yoktur.
Sonra şöyle dedim:
- küf f ar kavme karşı bize yardım eyle. (2/286)
yüce hak şöyle buyurdu:
- seni ve ümmetini taa, kıyamete kadar küffar kavme karşı galip
ve muzaffer eyledim.
Bundan sonra, yüce hak şöyle buyurdu:
- habibim, bunlardan başka her ne dileğin varsa, iste; verilsin.
şöyle dedim:
- ya rabbi, ibrahim'i kendine halil eyledin. Musa ile, vasıtasız
kelâm eyledin. Davud'a büyük bir mülk verdin; demiri onun elinde mum gibi
erittin, yumuşattın; dağlan taşlan ve kuşları onun emrine müsahhar eyledin;
onunla beraber teşbih eder oldular, îdris'i yüce mekâna yüselttin. Süleyman'a
öyle büyük bir mülk verdin ki, o mülk kendisinden sonra hiç kimseye lâyık ve
münasip olmaz. Ve ona, insanları, cinleri, şeytanları, vahşî hayvanları, kuşlan,
rüzgân müsahhar eyledin. Keza ona kuşların ve hayvanların dillerini bildirdin.
Isa'ya tevrat'ı ve incil'i öğrettin. Onun duası ile, gözsüzlere göz, dertlilere
derman, hastalara şifa ihsan eyledin; ölüleri dirilttin; kendisini ve anasını
şeytanın mekrinden emin kılıp korudun. Bunlann mukabili olarak bana ne ihsan
eylersin?.
Yüce hak, azamet ve celâli ile şöyle buyurdu:
- ya muhammed, seni kendime habib ettim; ibrahim'i halil ettiğim
gibi.. Allah'in hahibi halilden daha faziletlidir.
Seni hem cemalimle müşerref ettim; hem de vasıtasız söyleştim;
musa'ya söyleştiğim gibi..
Sana fatiha suresini ve bakara suresinin âhirini verdim; bu ikisi
benim arş'ımın hazinelerindendi. Senden evvel gelen peygambere vermedim; sana ve
senin ümmetine verdim.
Sni yer ehlinin cümlesine; cinnine, insanına, beyazına, siyahına
hemen hepsine resul peygamber gönderdim. Senden evvel hiçbir peygamberi bu
şekilde cümleye peygamber göndermedim.
Yerin cümlesini ümmetine temizleyici kıldım. Su bulduğunuz ve
takatiniz yettiği kadar abdest alınız; gusül ediniz. Su bulamazsanız, yahut
takatiniz yetmezse, guslün ve abdestin yerine teyemmüm ederek temizlenin.
Bütün yeri mescid kıldım; nerede bulunursanız, namazınızı küm,
ibadetinizi yapın.
Düşmandan aldığınız ganimet mallarını sarfa ve ümmetine helâl
eyledim; kullanın. Bunu, evvel gelen hiçbir peygambere ve ümmetine helâl
etmedim.
Seninle düşmanın arasında bir aylık yol varken, o düşmanların
kalbine korku koymak sureti ile sana yardım eyledim.
Sana dilediğine şefaat izni verdim.
Cümle kitapların seyyidi ve ulusu olan kur'-an-ı azimüşşan'ı sana
inzal eyledim.
Senin sineni yardım; senden günahı giderdim.
Senin zikrini yükselttim; ben her nerede amlsam, sen de benimle
beraber anılırsın.
Seni yetim bulup korudum ve terbiye etmedim mi? Sen yolu
kaybettiğinde, sana yolu buldurmadım mı?. Seni muhtaç bulduğumda, zengin etmedim
mi?. Allah-ü taâlâ bana öyle buyurdukça ben şöyle diyordum:
- evet ya rabbi, bu büyük nimetlerin hepsi ile bana in'am, ihsan,
lütuf ve kerem eyledin.
Sonra, yüce hak şöyle buyurdu:
- ümmetin arasında bir cemaat kıldım; onların kalbleri kur'-an'in
mahalli ve karargâhıdır. (yani: Onun ezber edilmesini kolay ederim. Onlar da
kur'an'ı ezber edip cümlesini ezbere okurlar.) senden evvel gelen peygamberlerin
ümmetleri peygamberine gelen kitabı ezber edemezlerdi; bu nimeti ancak senin
ümmetine ihsan eyledim. Senin ümmetini cümle ümmetlerden hayırlı kıldım. Senin
ümmetini orta ümmet, âdil ümmet kıldım-
seni cümleden evvel yarattım. Peygamber gönderilmekte, cümlenin
sonuncusu kıldım.
Seni cümle mahluka fatih, cümle enbiyaya hatim kıldım.
Sana kevser hazvmı verdim; sana sehimler ihsan eyledim. Ki bu
sehimler sekiz tanedir. şunlardır: Islâm, hicret, cihad, namaz kılmak, zekât
vermek, ramazan orucu tutmak, emr-i maruf, nehy-i münker.
Bundan sonra, şöyle sordum:
- ya rabbi, cümle mahluku geçtikten sonra bana bir vahşet gel di.
O zaman, ebu bekir'in şivesi ve onun sesi gibi bir sesle şöyle dendi ya muhammed
hele biraz dur. Yüce allah tarafından rahmet yağdı-' rılmaktadır.
Bunu işitince, iki şeye hayret ettim. Biri şu ki: Ebu bekir ben
geçip daha evvel mi geldi?. Ikincisi şudur ki: Benim rabbımın nama za ihtiyacı
yoktur. O halde:
- namaz kılıyor. (salât ediyor.) cümlesinden murad nedir?.
Bunun üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- benim bir kimseye salât etmeye ihtiyacım yoktur. Sana inzal
eylediğim kelâmımda gelen;
--- o, size salât eder; keza melekleri de.. Ta ki, sizi zulmetten
nura çıkara. Müminlere karşı merhamet sahibidir. (33/43)
âyeti oku. O kelâmımdan anlarsın ki, benden olan salattan murad:
Sana ve ümmetine rahmettir.
Ya muhammed, ebu bekir'in durumuna gelince., şudur: Kardeşin musa
peygamberin daima ünsiyeti asası ileydi. Bunun için tur dağında münacaatı
sırasında kendisine dehşet hali arız olunca, ona hitap edip:
- elindeki nedir ya musa?. Dedim; musa bana şöyle dedi:
- asamdır.
Bu asanın adını anınca, vahşeti ve dehşeti, münacaatın heybeti
zail oldu. Bu vaziyette sen de musa gibisin ya muhammed. Senin ün-siyetin
dünyada ve âhirette ebu bekir iledir. Sana dehşet ve vahşet geldiği zaman, ebu
bekir suretinde bir melek yarattık. Onun şivesi, sesi ile sana nida ettirdik. Ta
ki, onun sesini işittiğin zaman onunla ünsiyet edesin. Vahşetin ve dehşetin
tamamen gide. Vahyin azameti, ilâhî heybet dilediğini istemekten seni almaya..
Hatta o ünsiyetin sebebi ile, konuşmaya liyakat hâsıl ola; dehşetin tamamen
gide..
Ben azametimle zatımı acizlikten ve tüm noksanlardan tenzih
ederim. Rahmetim gazabımı geçti. (yani: Rahmet nişanlarım, gazap nişanlarımdan
çok çoktur.) dilediğini söyle, tüm hacetlerini ve muradını arz eyle.
Bundan sonra, yüce hak şöyle buyurdu:
- hani cebrail'in sana arzettiği haceti?. şöyle dedim:
- ya rabbi, sen bilirsin; söylemeğe hacet yok. Kerem ve ihsan
senindir.
Bunun üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- onun arzusunu kabul ettim; istediğini verdim. Kıyamet günü
ümmetin sıratı geçmeyi istediği zaman, kanadını tutup kolaylıkla geçirsin.
Ancak, seni ve senin ashabını seven ümmetini asan geçirsin; bunun için izin
verdim.
şöyle dedim:
- ya rabbi, sen benden evvel gelen ümmetlere türlü azaplar
ey-ledin. Bazısının üzerine taşlar yağdırdın; helak eyledin. Bazılarını da suda
boğdun. Bazılarını cebrail'in sayhası ile helak eyledin. Bazılarını yere
geçirdin. Bazılarının üzerine ateşler yağdırıp helak eyledin. Bazılarını
şiddetli kasırga ile helak eyledin. Bazılarının vücutlarını hınzır ve maymun
şekline çevirdin; öyte helak eyledin. Ya rabbi, benim ümmetime benden sonra
neler edeceksin?.
Merhametliler merhametlisi keremliler keremlisi âlemlerin rabbi
şanı büyük yüce zat, azamet ve celâli ile şöyle buyurdu:
-onların üzerine azap .indirdim; ama senin ümmetine daima rahmet
indiririm. Onları hınzır ve maymun şekline çevirdim; ama senin ümmetinin
seyyiatını hasenata tebdil ederim. Onların fasıklarına tevbe ihsan eder; iyi
hale çeviririm. Kötü huylardan kurtarır; iyi huylara sahip ederim. Onları
anlayışızlıktan halâs eder; hallerini ilim ve kemale çeviririm. ümmetinden her
kim bana tazarru niyaz edip beni
anarak:
- ey rabbim. Derse.. şanı yüce ben:
- lebbeyk kulum, ne istiyorsan söyle; yaratayım.
Derim. ümmetin için sana şefaat izni veririm. Seni ümmetine
şefaat edici kılarım. Cümle şefaatim kabul ederim. Daha sonra şöyle buyurdu:
- ya muhammed, senin ümmetinin mallarım çoğaltmadım; ta ki
hesapları uzun olmaya.. ümmetinin vücutlarım büyük yaratmadım;
ta ki, dünyada yiyeceğe, içeceğe ve giyeceğe ihtiyaçları az ola.
ömürlerini uzun etmedim; ta ki, uzun ömre aldanıp kalbleri kararmaya.. Bir de,
daima ölümü düşünüp ölümden sonrası için hazırlık göreler. Onlara ani ölüm
vermedim; ölüm için hastalıkları sebep eyledim. Ta ki, gaflete dalıp gittikleri
sırada, ani ölüme uğramayalar. Hastalık geldiği zaman, günahlarına tevbe edeler,
borçlarını ödeyeler; kusurlarını ve eksiklerini tamam edeler. Vasiyetlerini de
yapalar. Onları tüm ümmetlerden sonra dünyaya getirdim, ta ki kabirlerinde
tutulup kalmaları az ola. Ancak ümmetler tamam oluncaya kadar duralar. ümmet
tamam olunca, da, salmalar; cennet nimeti ile kereme nail oîalar. Sübhan olan
yüce hak, bundan sonra şöyle buyurdu:
- ya muhammed, senin ümmetin bazan bana muti olur; bazan da asi
olurlar.
Onların bana taatları rızamladır. Benim rızamla -olan amellerini
kabul ederim. Içinde bulunan kusurlarını da affedip bol ecir ihsan ederim. Ben
kerimim; onlara keremimle muamele ederim. Onların isyanları benim kazamladır; o
ezelî kazamla olduğu için, onların isyanlarını bağışlarım. Ben rahimim; onlara
rahmetimle muamele ederim.
Sübhan olan yüce hak şöyle buyurdu:
- ya muhammed, ümmetine söyle; yüce hak size şöyle buyurdu:
- bir kimseyi, size in'am ihsan, iyilik ettiğinden dolayı
sevecek-seniz, ben azimüşşan cümleden daha fazla sevilmeye iâyıkım. Sizi yoktan
var eyleyip bu şekilde latif cisim, güzel aza ve hesaba gelmeyen türlü türlü
nimetlerimle kesintisiz size in'am ve ihsan ederim. Bir an yoktur ki, o anda
size yeni nimetlerim verilmeye,. şimdi beni cümleden ziyade sevip emrime itaat,
fermanıma muti ve münkad olmalısınız.
Size tekrar şöyle buyurdu:
- sema ve yer ehlinin birinden korkacaksanız, korkulmağa ben
azimüşşan cümleden daha iâyıkım. çünkü her şeye gücüm yeteri azabım şiddetlidir.
Hiçbir kimse kaçmak, saklanmak için, yahut kendisine bir başkası sahip çıkmak
sureti ile benden kaçıp kurtulmağa güçlü değildir. Durum böyle olunca, daima
benden çekinip aykırı hareketten sakının.
Yüce hak size tekrar şöyle buyurdu:
- bir kimseden, bir şeyi isteyeceksiniz, istenmeğe ben cümleden
daha iâyıkım. çünkü, cümle hacatı kabul, cümle muradı ihsan eden ancak benim.
.
Size tekrar şöyle buyurdu:
- bir kimseye cefa ettiğinizden dolayı utanıp haya edecekseniz,
benden utanın utanılmaya cümleden daha iâyıkım. çünkü, sizi yoktan var ettim. Bu
ana kadar size çeşit çeşit nimetlerle in'am ve f asan ettim. Türlü belâlardan da
halâs ettim. Ben bunu yaparken, siz üstün emirlerimi terk edip yasak ettiklerimi
irtikâb edersiniz. Durum böyle olunca, benden utanın; yasak ettiğim işlerden
kaçının. Emirlerimi yerine getirin.
Size tekrar şöyle buyurdu:
- bir kimseyi nefsiniz ve malınız için seçip tercih edecekseniz,
seçilip tercih edilmeğe ben cümleden daha lâyıkım. çünkü, halikınız, razikınız
ve mabudunuz ancak ben azimüşşanım. Durum böyle olunca, malen ve bedenen daima
bana kulluk ve ibadette olun.
Işte., bütün bunları sizin için:
- ümmetine tebliğ et.
Diyerek bana emir buyurdu. Ayrıca hak taâlâ ümmetimden şikâyet
etti. O şikâyet ettiği şeylerden birini şöyle anlattı:
- ben, onlardan peşin amel istemem; her ameli vakti vaktine
isterim. Onlara gelince, rızıklarmı benden peşin isterler. Hatta nice yıllık
nzıklarını ihsan etmiş iken, ona kanaat etmeyip onu yiyecek bitirecek kadar
ömürleri olduğunu bilmezler. Hal böyle îken, yine dünyaya karşı haris olup:
- geçinecek şeyim yoktur.
Diyerek sızlanırlar; daha fazlasını talep ederler. Acaba uçan
kuşları görmezler mi?. Kışlarda bütün âlemi kar bürümüş iken, sahrada yaşayan
kuşlar sabah olunca yuvasından kursağı boş olarak çıkar; akşam yuvasına döndüğü
zaman kursağı doludur. ümmetin bunu görüp ibret almaz mı? Bütün çevre kar dolu
ve hiçbir kara yer yok iken onlara rızıklarmı veren bizim de rızkımızı ihsan
eder, diye neden ümmetin rızıklarına olan tekeffülüme itimad etmezler.
Ikinci bir şikâyeti için de şöyle buyurdu:
- ben, onların rızıklarmı başkasına vermem; halbuki onlar
başkasına amel işlerler. (yani: Riyakârlık edip gösteriş yaparlar.)
üçüncü şikâyeti için şöyle buyurdu:
- onlar benim rızkımı yerler; benden başkasına şükür ederler.
Meselâ:
- bağımdan bu kadar üzüm hâsıl oldu; tarlamdan şu kadar mahsûl
hâsıl oldu; ticaretimden şu kadar kazanç elde ettim.
Derler. Halbuki, o üzümü bitiren, mahsulü veren, ticaretten fayda
ihsan eden benim. Niçin beni anıp:
- bağımdan şu kadar üzüm, şu kadar mahsul, ticaretimden şu kadar
fayda ihsan eyledi.
Demezler?. Nedendir bu gafletleri, utanmazlar mı?. Dördüncü
şikâyeti için şöyle buyurdu:
- cümle izzet bendendir. Dünyada kabirde ve âhirette cümle izzeti
veren ben azimüşşanım. Halbuki onlar izzeti başkasıler. Yani:
- bir mansıp sahibi olaydım, malım çok olaydı. Diyerek, izzeti
maldan ve makamdan talep ederler. Halbuki onlâr
fanidir. ölüm geldiği zaman, hiç biri ile bağlantı kalmaz.: Böyle
izzet mi olur?. Onlar bana itaat etsinler, ben onları iki cihanda ,aziz ve
muhterem ederim.
Beşinci şikâyet olarak şöyle buyurdu:
- ben, cehennemi kâfirler için yarattım. Halbuki onlar, daima
kendilerini ceheneme atacak işleri yaparlar.
Bu şikâyeti üzerine şöyle dedim:
- ya rabbi, kelâmın haktır. ümmetim bu buyurduklarının hepsini
irtikâp ederler. Sen azimüşşan ayıpları örten ve günahları bağışlayan gani kerim
ve rauf ve rahim'sin. Sırf lütuf ve inayetinle onların suçlarını affet.
Ayıplarını ört. Cürüm ve günahlarını fazlınla, ihsanınla bağışla. Geniş
rahmetinle onları, çeşitli bahşiş, kerem, nimet ve lütuflarınla rahmetine nail
edip cennetine ulaştır.
Bu niyazım üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- ya muhammed, eğer ümmetin günah işlemez olsaydı; günah işleyen
bir ümmet yaratırdım. Ta ki, onları af ve mağfiret edip affedici bağışlayıcı
olduğumu aşikâr edeyim.
Ya muhammed, sen benim habibimsin, kulumsun. Cümle mahluku senin
için yarattım. ümmetin günahları için rahmet denizimi hazırladım.
Ya muhammed, sen üstün şanına, yüce makamına nazar eyle. Seni
cemalimle, müşerref ve mükerrem eyledim. Vasıtasız olarak, seninle benim aramda
tercüman olmadan seni kelâmımla mükerrem eyledim. Senin için makbul olanlar
benim için de makbuldür. Senin için merdud olanlar, benim için de
merdududdur.
Sonra şöyle buyurdu:
- hakikat şu ki, sen cennete cümle enbiyadan evvel gireceksin.
Sen cennete girmeyince, hiçbir peygamber girmez. ümmetin ise, cümle ümmetlerden
evvel cennete girecektir. ümmtin cennete girmedikçe, hiçbir ümmet cennete
giremez.
Sonra şöyle buyurdu:
- ya muhammed, sen cümle ümmetten ümidini kes; çünkü onların
ellerinde bir şey yoktur. Daima sohbetin benimle olsun. çünkü, dönüşün banadır.
Kalbini dünyaya bağlayıcı olma. çünkü, be"n seni dünya için yaratmadım.
Sonra şöyle buyurdu:
- ya muhammed, senin ümmetinden üç bölüğün bir bölüğünü sana
bağışladım. Baki kalan bir bölüğünü de kıyamette bağışlarım. Ta ki, benim
katımda, senin kadrin ve kıymetin mahşer günü cümle mahluka açık görüne..
Bundan sonra, yüce hak bana nice büyük işlerin hükmünü verdi. Ama
o işleri size haber vermeğe izin vermedi.
ümmetime bir gün ve bir gecede elli vakit namaz kılmak ve
cenabetten sonra, yedi kere gusül etmek, elbiseye necaset bulaştığı zaman yedi
kere yıkamak farz kılındı. Yüce hak, bunları emir buyur-düğü zaman,"şöyle
emretti:
- bunları, ümmetine benim namıma tebliğ et. Ben, şöyle dedim:
- ya rabbi, her yoldan dönen, cemaatına bir hediye götürür;
ümmetime bir hediye ihsan eyle, götüreyim.
Bunun üzerine, sübhan olan yüce hak şöyle buyurdu:
- ümmetine tuhfenin biri şudur: Onlar dünyada oldukları süre,
onların yardımcısı benim. Belâlardan ve günahlardan korurum. Hayır işlere
muvaffak ederim. çeşitli nimetlerimi ihsan ederim. Dua ettikleri zaman,
dualarını kabul ederim; korktuklarından kurtarır, muradlarmı da ihsan
ederim.
ümmetine tuhfenin (hediyenin) biri de şudur: ömürlerinin sonü
geldiği zaman, onların yardımcıları benim. şeytanın mekrinden korurum. Cennetle
müjdeler, oradaki makamlarını gösteririm. Son nefeslerini vermeyi kolay ederim;
âhirete iman selâmeti ile göçürürüm.
ümmetine olan tuhfenin biri de şudur: Onlar kabirlerine
girdikleri zaman, yardımcıları ancak benim. Kabir karanlığından ve darlığından
onları halâs ederim. Kabirlerim nurlandırır, geniş ederim. Münker nekirin
suallerine cevap vermeyi kolay ederim. Kabirlerini de cennet bahçelerinden bir
bahçe ederim.
ümmetine olan hediyenin biri de şudur: Onlar kabirlerinden
kalktıkları zaman, onların yardımcıları ancak benim. Yüz aklığı ile kaldırıp
cennet hülleleri giydiririm. Bineklerine bindirir; çevrelerindeki meleklerle
izzet ikram ederek mahşere getiririm. Mahşerin dehşetinden emin ederim. Senin
sancağın altına koyar; havzından içiririm. Arşın gölgesi altında in'am eylediğim
nebiler, resuller, sıddıklar, şehid-ler, salihler ile hemdem ve refik ederim.
çeşitli cennet nimetleri ile nimete erdirdikten sonra, kitaplarını sağ ellerine
ihsan ederim. Hesaplarını kolay, mizanlarım ağır ederim. Sıratı kolay ve selâmet
ile geçirip fazilet lütuf ile üstün cennetime koyarım.»
habib-i ekrem ve nebiyy-i muhterem muhammed s.a.v hürmetine ihsan
olunan bu tuhfelerin cümlesi ile; allah-ü taâlâ bizleri mesrur eylesin.
Amin! Ey âlemlerin rabbı, ey merhametliler merhametlisi…
resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
-«sübhan olan yüce hak şöyle buyurdu:
- ya muhammed, benim katımda sen, cümle yaratılmışlardan daha
kereme nailsin. Kıyamet günü sana o kadar ikram edeceğim ki, cümle âlem hayret
içinde kalacak.
Ya muhammed, ister misin ki, ümmetin için neler hazırladığımı
göresin.
- isterim ya rabbi. Dedim, şöyle buyurdu:
- kulum elçim eminim cebrail sana göstersin.
Oradan döner dönmez, refret göründü. Refretin üzerine oturdum;
beni aşağı götürdü. Sidre-i müntaha'ya kadar indim. Beni orada cebrail
karşıladı; şöyle dedi:
- sana müjde ya resulellah. Sen cümle mahlukun hayırlısı ve cümle
nebilerin ve resullerin seçilmiş çıkarılmışısın. Yüce hak, mahlukattan birine,
nebilerden resullerden birine, .mukarreb meleklerden birine etmediği tahiyyeti
ve tazimi yaptı.
cebrail'in sureti
ve., burada, cebrail'i kendi suretinde gördüm.
Onun altı yüz kanadı vardır; türlü türlü, cevahirden ve
incidendir. O altı yüz kanadından ikisini açtığı zaman, mağriple meşrıkı
doldurur. O kanatlar türlü cevahirle bezenmiştir. Bir omuzundan, bir omuzuna
kadar mesafeyi tez uçan kuş, beş yüz yılda alır.»
bazıları da, bu mesafe için şöyle dedi:
- yedi yüz yıllık yoldur.
namaz kılanlar
bu ses, cennete ulaştığı zaman, cennet ağacının dalları birbirine
dokunur; cennetin yakuttan ve laalden kubbelerine ulaşır. Oralardan da latif
sedalar çıkar. Bu sedadan huri, gılman ve vildan ayıkır; anlar ve:
-ümmet-i muhammed'in namaz ve ibadet vakti geldi..
Diyerek birbirlerine müjdelerler.
Bundan sonra, o melek harekete geçer; arş titrer.
Bunun üzerine yüce hak, o meleğe sorar:
- neden titrersin?.
Yüce hakkın bu hitabına cevaben şöyle der:
- ya rabbi, muhammed ümmeti namaza kalktı; halbuki üzerlerinde şu
kadar günahları var. Onun için titrerim.
Yüce hak şöyle buyurur:
- ey melek, sen sakin ol. Benim rahmetim namaz kılanların üzerine
vacib oldu. şahit olun, ben onlara rahmetle nazar edip af ve mağfiret ettim.
Onları cehennemden azad eyledim. Habibimin yüzü suyu hürmetine meva cennetini
onlara nasib eyledim.
Böylece, yüce hak, lütuf ve keremini beyan
eder.(elhamdûlillah)
ramazan-ı şerif
gittim; selâm verdim. Kalkmak sureti ile tazim edip selâmımı
aldı. Kanatlarım açtı; cümle yer ve gök onun kanatlan ile örtülürdü. Benim
yüzümü öptü. şöyle dedi:
- sana müjde., keza ümmetine de.. Yüce hak, ümmetinin günahlarım
af ve mağfiret etmek için onlara mübarek bir ay ihsan etti.
Bu ay ramazan-i şerif ayıdır. O ayı, bu gece sana ve ümmetine
ihsan edecektir. Onun hürmetine ümmetin affolunur.
Ve., ben, bu gece bu büyük müjdeyi sana tebliğ için buraya
gönderildim.
Gördüm ki: önünde iki sandık duruyor. Her birinin üzerinde nurdan
kilidi vardı. O meleğe sordum:
- bu sandıkların içinde ne vardır?. Diyerek., şöyle anlattı:
- bu sandıkların birinde, senin ümmetinden ramazan ayında oruç
tutanlardan, taa ramazan ayı çıkıncaya kadar cehennemden azad olanların, taa,
kıyamete kadar ramazan ayı içinde azad olanların azadlık beratları vardır.»
bir başka rivayette ise, o meleğin şöyle anlattığı söylenir:
- ramazan ayında her gün iftar vaktinde yüce hak oruç tutanlardan
altı yüz bin kulu cehennemden azad eder; taa, cumaya kadar böyle.
Cuma günü olduğu zaman, gece ve gündüz yirmi dört saatinin her
saatında altı yüz bin kulu cehennemden azad eder; taa, kadir gecesi oluncaya
kadar.
Kadir gecesi olduğu zaman, ki o: Gecesi ve gündüzüyle yirmi dört
saattir. Her saatında, ramazn-ı şerifin başlangıcından cuması ile beraber o
geceye kadar, nekadar kul azad olunduysa.. O kadar kulu cehennemden azad
eder.
Ramazanın son günü olduğu zaman, iftar zamanı, bütün ramazan
ayında cuması ile, kadir gecesi ile beraber nekadar kul azad eylemiş-se.. O
kadar kulu cehennemden azad eder.
Işte., tümden azad olanların beratları bundadır.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına geçelim:
-«bu sandığın diğerinde de şu vardır ki; kıyamet günü ümmetinden
yetmiş bin kişiye hesapsız azapsız cennet ihsan olunacaktır. Işte, bunlann
beratları bu sandığın içindedir.
O yetmiş bin kişinin dahi her biri için, yetmiş bin kişi
bağışlanacaktır; bu bağışlananlar, akraba ü taallukatmdan, tamdık dostlarından
ve sair asi müslümanlardan yetmiş adam alıp hesapsız olarak, cennet ikramına
nail olacaklardır. Bütün bunların beratlan bu sandıktadır.
Sana ve ümmetine tuba ya resulellah.»
- t u b a.
Derken şu manayı anlatmak ister:
- ya resulellah, cennat-ı aliyat, içinde sayıya gelmeyen türlü
türlü üstün nimetler, tuba ağacının zavki senin ve senin ümmetin ieifcdir.
Bu cümlede: Parça anlatılırken, bütün murad edilmektedir;
mecazdır. Yani: Tuba anlatılıp, bütün cennat-ı aliyat ve nimetleri murad
olundu.
üstte anlatılan mana: Tuba, cennette bir ağacın ismi olduğuna
göredir. Amma, tuba eytab kelimesinin müennesidir. Buna göre mana şöyle
olur:
- dünyada güzel hal, beğenilen bir geçim tarzı, hayırlı amelle
geçen uzun ömür, ömür tamam olunca da iman nuru, kelime-i irfan (kelime-i
tevhid) ile emaneti teslim etmek, kabirde münker nekirin suali kolay olması,
kabrin cennet bahçesi haline gelmesi sonunda rahatlık, mahşer günü hamd sancağı
altında ve büyük arşın gölgesinde türlü türlü nimetlere ermek, kitabı sağdan
almak, hesabın kolay olması, ilk geçenlerle sırat köprüsünü geçmek, allah'in
fazlı ile meccanen doğruca cennete girmek, orada lezzetlerin en azizi olan cemal
müşahedesine ve allah'in cemalini müşahedeye nail olmak sureti ile merama
kavuşmayı sana ve ümmetine müjdelerim.
Resulüllah s.a.v şöyle buyurdu:
-«bundan sonra bir melek gördüm. Horoz suretinde idi; beyaz
inciden yaratılmıştı.
Bu meleğin sağında yetmiş bin kanadı vardı; solunda da yetmiş bin
kanadı vardı. Her kanadında da yetmiş bin tüyü vardı inciden. Yetmiş bin tüyü de
yakuttandı. Yetmiş bin tüyü de kızıl altındandı. Yetmiş bin tüyü de gümüştendi.
Yetmiş bin tüyü de, misktendi. Yetmiş bin tüyü de kâfurdandı. Yetmiş bin tüyü de
anberdendi. Yetmiş bin tüyü de zafirandandı.
Onun boyu arştan, yedi kat yerin dibine kadardı.
Onun her kanadında şu yazılmıştı:
- rahman rahim allah'in adı ile.. Allah'tan başka ilâh yoktur;
muhammed allah'in resulüdür. Her şey helak olacaktır; vahid kahhar allah'tan
başka..
Her namaz vakti geldiği zaman; o melek başını kaldırır:
- azim allah'in adı ile., ona hamd olsun.. Diyerek teşbihle
meşgul olur. Onun teşbihi şuydu:
- sübhansın allahım.. şanın nekadar yüce..
Bundan sonra, kanatlarını birbirine vurur; onun bu vuruşundan
acaip sesler çıkar.
cennetin dört ırmağı
resulüllah s.a.v efendimiz anlatmaya devam ediyor; şöyle
buyurdu:
-«o ağacın altında dört ırmak akıyordu; ikisi zahir, ikisi de
batındı.
Cebrail şöyle dedi:
- o batın olan ırmaklar cennete gider. Zahirdeki ırmaklar ise..
Dünyaya gider ki, biri fırat; diğeri de nil nehridir.
Bir ırmak daha gördüm; etrafında yakuttan, inciden, zeberced-den
haymeler kurmuşlardı. Ayrıca ırmak kenarında yeşil kuşlar gördüm; boyunları deve
boynuna benziyordu. Cebrail şöyle dedi:
- bu gördüğün kevser ırmağıdır; hak taâlâ sana nasib etti.» bu
manada kur'anda şöyle anlatıldı:
-«biz sana kevser ırmağını ihsan ettik.» (108 /l)
resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
-«bu ırmak, yakuttan, zümrütten çakıl taşlan, üzerine akıyordu.
Suyu sütten beyazdı.
Ondan bir bardak alıp içtim; baldan tatlı idi. Kokusu miskten
daha latifti.
O ağacın altında, ayrıca bir çeşme akıyordu. Cebrail şöyle
anlattı:
- bunun adına:
- selsebil.
Derler. Bundan iki ırmak peydah olur. Onlardan birine: Kevser,
diğerine de: Rahmet, adını verirler. Ikisi de cennet kapısının önünde akar.
Cennete girenler, kevserden içtikleri zaman, kalbe dair afet,
kötü huy, düşük âdetlerinin cümlesinden pak olurlar.
Aynca rahmet kaynağından da gusül ederler. (yani: Yıkanırlar.)
erkekler yıkandığı zaman, âdem'in cüssesinde, boylan altmış zira, enleri de yedi
arşın olur. Otuz üçer yaşında, yeşil bıyıklı olurlar.
Hanımlar yıkandığı zaman, on sekiz yaşında bakire kız olurlar.
Kızlıkları hiç bozulmaz.
Böylece, cennete girerler. Bir daha kocakarı olmak, yaşlı ihtiyar
olmak yoktur.
Işte, o suların başı budur.
Gördüm ki: Sidrenin önünden saf saf olmuş melekler geçerler.
Safları birbirine bitişmişti. O kadar uzamıştı ki: Bir baştan çok sür'-atli uçan
kuş olsa, yüz yılda öbür başa varamazdı. Esen yelden daha hızlı gidiyorlardı.
Birinin üzerinden ok atsan, okla beraber gider; ok onu geçemezdi. Bunları
görünce cebrail'e sordum:
- bu melekler nekadar çoktur; nereden gelir; nereye giderler?. Ne
zamandan beri böyle geçerler?.
Cabrail şöyle anlattı:
- yaratıldığım vakitten beri bunlar böyledir. Hiç kesilmeden
geçerler. Nereden gelip nereye gittiklerini bilmem.
Kendi kendime:
- bunlar nekadar da çok!.
Diye hayret ettiğimde, hemen cebrail'e şu âyet-i kerime
vahyolun-du:
- rabbım askerlerini ancak kendisi bilir (74/31) bana tebliğ
etti.
Bundan sonra, önüme üç kâse getirdiler: Birinde şarap, birinde
bal, birinde de süt vardı. Ben, sütü alıp içtim. Cebrail bana şöyle dedi:
îslâm fıtratını seçtin. ümmetin islâm dininde sabit olurlar.
şarabı alsaydın, ümmetin azgın ve şaşkın olurdu.
Sidrede bir melek gördüm; ondan büyük bir melek görmedim. Onun
boyu, bin kere bin yıllık yol kadar uzundu.
O meleğin yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü
vardı. Her yüzünde de yetmiş bin ağzı vardı. Her başında da yetmiş bin kisvesi
vardı. Her kisvesine, din kere bin inci asılmıştı. O inciler o kadar büyüktü ki,
her incinin içinde bir deniz vardı; o denizde balıklar cevelan ederdi. O
balıkların sırtlarına: La ilahe illallah mu-hammedün resulüllah (allah'tan başka
ilâh yoktur; muham-me allah'in resulüldür.) kelime-i tevhidi yazılı idi.
O melek, bir elini başına, bir elini de arkasına koyup teşbih
okurdu. O teşbih okudukça, sesinin güzelliğinden arş harekete gelirdi.
Cebrail'e sordum:
- bu melek kimdir?. Diyerek., şöyle anlattı:
- bu meleği yüce hak, âdem'den a.s. Iki bin sene evvel
yarattı.
- şimdiye kadar nerede idi? Onun meskeni nerededir?. Dedim; şöyle
anlattı:
- cennette arşın sağında bir yer vardır; bu meleğin karargâhı
idi. Oradan bu makama getirdiler.
Sidre-i münteha
resulüllah s.a.v efendimiz şöyle buyurdu:
-«bundan sonra, sidre-i münteha'ya çıkarıldım.»
sidre-i münteha için ulema çeşitli görüş beyan ettiler.- bilhassa
bu ismin verilmesi üzerine..
ıbn-i abbas r.a. şöyle anlattı:
- halkın ilmi orada son bulup ondan öte ne olduğunu kimse
bilmediği için:
- sidre-i münteha.
Ismi verildi. Bazıları da şöyle anlattı:
- yukarıdan inen oraya gelir; aşağı geçemez. Aşağıdan yukarı
çıkan da oraya ulaşır; ondan yukarı çıkamaz. Bundan ötürü oraya:
- sidre-i münteha. Denildi.
Bazıları da şöyle anlattı:
- ruhlar âlemi orada nihayet bulur; bunun için:
- sidre-i münteha.
Ismi verildi.
Ibn-i abbas r.a. şöyle anlattı:
- o, altından yaratılan bir ağaçtır. Dallarının bazısı zümrütten,
bazısı da yakuttandır. Dibinden tepesine kadar olan mesafe yüz elli yıllık
yoldur. Onun yaprakları fil kulağına benzer; gayet büyüktür. Onun bir yaprağı
bütün dünyayı örter. Yemişleri testi şeklindedir. O ağacı nur kuşatmıştır.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
-«o ağacın üzerinde o kadar melâike gördüm ki, sayısını ancak
allah-ü taâlâ bilir. O ağacın bütün yapraklarını sarmışlardı. O melekler,
çekirge gibi parlıyor, yıldızlar gibi şule veriyorlardı.» bu manada şu âyet-i
kerime gelmiştir: -«sidreyi bürüyen buruyordu o zaman.» (53/16) müfessirler, bu
âyet-i kerimenin tefsirinde şöyle dediler:
- melekler çokluklarından o ağacı ihata etmişlerdir.
şöyle rivayet edildi:
- o ağacın yapraklarında o kadar melâike vardır ki, gökteki
yıldızların ve yerdeki kumların sayısı kadardır. Altın kelebek suretinde
melekler vardır.
O meleklerin cümlesi, fahr-i kâinat hulasa-ı mevcudat resu-lüllah
s.a.v efendimizin huzuruna gelip selâm verdiler. Mübarek cemalini gördükleri
vakit, allah'a şükür edip allah-ü teâlâ'nın rahmeti ile müjdelediler. Tüm
taatlarının sevabını resulüllah s.a.v efendimizin ümmetine bağışladılar.
Cebrail'in makamı bu ağacın budakları arasında, yeşil zümrütten
bir budaktır. Onun yüksekliği yüz bin yıllık yoldur. Orada bir yaprak vardır;
yassılığı yedi.kat gök ve yedi kat yerdir. Orada nurdan bir sergi döşenmiştir;
üzerinde kırmızı yakuttan bir mihrap vardır. O mihrap cebrail'in makamıdır. O
mihrabın önüne, habib-i ekrem resulüllah s.a.v efendimizin namına konulmuş bir
kürsü vardı. O konalı beri üzerine hiç kimse oturmamıştı.
Bundan sonrasını resulüllah s.a.v efendimizden dinleyelim:
-«işte, cebrail beni aldı; o kürsünün üzerine oturttu. O kürsünün
her yanına kürsüler konmuştu; gördüm. önünde on bin kürsü konmuştu; tevrat
yazıyorlardı. Her kürsünün etrafında da kırk bin kürsü vardı; üzerine melekler
oturmuş tevrat okuyorlardı.
Sağ yanında da bin kürsü konmuştu; yeşil zümrüttendi. üzerinde
melekler incil yazıyorlardı. Her kürsünün etrafında kırk bin kürsü vardı,
bunların üzerine de melekler oturmuş incil okuyorlardı.
Sol tarafına da zebercedden on bin kürsü konmuştu; melekler
üzerine oturmuş zebur yazıyorlardı. Her kürsünün etrafında da kırk bin kürsü
konmuştu; melekler zebur okuyorlardı.
Ard canibine de kızıl yakuttan on bin kürsü konmuştu. üzerlerinde
melekler kur'an-ı azimüşsan yazıyorlardı. Her kürsünün etrafına da kırk bin
kürsü konulmuştu; melekler oturmuş kur'an-ı kerîm okuyorlardı.»
şöyle anlatıldı:
- o kürsünün önünde tevrat, sağında incil, solunda zebur yazılıp
okunmasının hikmeti şudur: Mefhar-ı âlem güzide-i beniâdem resulüllah s.a.
Efendimiz henüz dünyaya teşrif etmeyip risaletle ba-as olunmazdan evvel o
kitaplar nazil olmuştu. Onlarda, resulüllah s.a. Efendimizin güzel vasıflarını,
iyi huylarını, allah katınd
" 2 "
iyi huylarını, allah katında habib olduğunu, cümle halktan ileri
bir kereme erdiğini, ümmetinin cümle ümmetlerden hayırlı ve faziletli olduğunu
açıktan beyan ettiklerine işaret vardı.
Kur'an-ı kerîm'in ard canipte yazılıp okunmasındaki hikmet ise,
şudur: Bu, resulüllah s.a.v efendimize nazil olan kitaptir. Resulüllah s.a.
Efendimiz beka sarayına teşrif ettikten sonra da, onun hükmü kıyamete kadar baki
kalacaktır. Kıyamette dahi, onunla hüküm olunacaktır. Ve onun, nesh, tebdil,
tağyir ve tahriften korunup mahfuz kalacağına işaret'tir.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle
buyurdu:
-«bundan sonra, cebrail bana şöyle dedi:
- ya resulellah, senden bir dileğim var. Bu makamda iki rikât
namaz kılasm ki, makamım onunla bereket kesbeyleye..
Bu sebeple, ben de iki rikât namaz kıldım. Beyt-i mamur'da olduğu
gibi, cümle sidre-i münteha melekleri bana iktida ettiler.»
böylece, resulüllah s.a.v efendimizin meleklere göre daha şerefli
olduğu gerçekleşmiş oldu.
beyt'ül-mamur
bundan sonra, beyt'ül - mamur'a yükseldim.
Burası, yedinci semâda bir beyt-i mükerremdir. Kâbe-i
mükerre-me'nin üzerine gelir; o kadar da büyüktür. Onu semâdan bıraksalar, tam
kâbe-i mükerreme'nin üzerine iner.
Yüce hak onu kızıl yakuttan yaratmış. Onun yeşil zümrütten iki
kapısı vardır. Kızıl altından on bin kandil asılmış. Ak gümüşten bir minaresi
vardı. Onun yüksekliği beş yüz yıllık yoldu. O beytin kapısına bir minber
konmuştu. Yaratıldıktan bu yana, hatta kıyamete ka-dar her gün yetmiş bin melek
ona gelir. Onun önünde nurdan bir deniz vardır. Orada yıkandıktan sonra,
arkalarına nurdan birer rida alıp onunla ihrama girerler.
- lebbeyk.
Diyerek ihram giyenler gibi bu beyti tavaf ederler. Oraya bir
defa gelene kıyamete kadar bir daha sıra gelmez.
Buraya giden de, ancak yedinci semâ melekleridir. Sonra, cebrail
elimden .tuttu; içeri girdik. şöyle dedi:
- ya resulellah, burada da imamet edin.
Cebrail ezan okudu. Yedi kat semâ ehli tümden iktida edip iki
rekât namaz kıldım.
Bu topluluğu görünce hatırıma şöyle geldi: ümmetime de bu toplu
ibadetten nasib verilse.. Bunun üzerine, o gizliyi saklıyı bilen yüce zat,
içimden" geçeni bilip şöyle ferman eyledi:
- ya muhammed, senin ümmetine de böyle bir topluluk olacaktır.
Onun günü cumadır; cemaatıdır.»
bazı vaaz kitaplarında şöyle yazıldı:
- cuma günü olduğu,zaman, mele-i âlâ beyt-i ma'mur'a toplanır.
Cebrail ezan okur; israfil ise, hutbe irad eder. Mikâil ise, imam
olur; yedi kat semâ melekleri ona uyarlar.
Cuma namazı tamamen kılındıktan sonra, cebrail şöyle söyler:
- ey melekler, şahid olun. Bu ezanın sevabını muhammed ümmetinin
müezzinlerine bağışladım.
Israfil ise, şöyle der:
- ey melekler şahid olun; ben de bu hutbenin sevabını muhammed
ümmetinin hatiplerine bağışladım.
Mikâil ise, şöyle der:
- bu imamlığın sevabını muhammed ümmetinin imamlarına
bağışladım.
Melekler dahi, sevaplarını muhammed ümmetinin cuma namazı
kılanlarına bağışlarlar.
Bunun üzerine, yüce hak katından şu ilâhî ferman gelir:
- ey melekler, bana cömertlik mi arz edersiniz; halbuki
cömertliği yaratan benim. şahid olun; cuma gününe tazim eden muhammed ümmetinden
ister kadın, ister erkek olsun, hepsinin günahını bağışladım. Onları cehennemden
azad eyledim.
Böylece, kerem ihsanında ve rahmet itasında bulunur.
Allahım, bize de bunu nasib eyle; o sevaba ermeyi bize kolay
eyle. Emin peygamber s.a.v hürmetine.. Ey merhametliler merhametlisi! âmin!.
Yedinci semâ
bundan sonra, yedinci semâya çıktık. Hak taâlâ bunu nurdan
yaratmıştı. Bunun adına:
- g a r i b a.
Derler. Bu semâya bakan hazinin ismine de:
- e f r a i 1. Derler.
Cebrail," daha önceki semâ kapılarında olduğu gibi, kapının
açılmasını istedi; içeriden sual geldi. Cebrail o suallerin cevabım verdi.
Sonra, kapı açıldı; içeri girdik; efrail'i gördüm.
Bunun yedi yüz bin hademesi vardı. Her hademenin de yedi yüz bin
avanesi vardı.
Bunların okuduğu teşbih şuydu:
- öyle yüce sübhan zattır ki, semâyı tavan yapıp yükseltti. öyle
yüce bir zattır ki, yeri yaydı ve döşedi sübhandır o yüce zat ki, yıldızları
donattı; onları (veya yere) süs eyledi, öyle sübhan bir zattır ki, dağları
yerleştirdi, onlara kurulu bir düzen verdi.
Efraipe selâm verdim. Sevinerek selâmımı aldı. Bana nice
ikramların ve hasenatın kabulü müjdesini verdi.
Her semânın (bu semânın olabilir) kapısı üzerinde şu cümle yazılı
idi:
- allah'tan başka ilâh yoktur: Muhammed allah'ın resulüdür. Ve..
Ebu bekir sıddîk.. (la ilahe illallah muhammedün resulüllah ve ebu bekir'in'is -
sıddik.)
burada bir melek gördüm; başı arşla beraberdi. Ayakları da yerin
zemininde idi. O kadar büyüktü ki: Yüce hak ona izin verse, yedi kat gökleri bir
lokma edip yutardı.
Bu meleğin tesbihi şuydu:
- varlığını celâli ile perdeleyen yüce zat, noksan sıfatlardan
münezzehtir. Rahimlerdekine dilediği sureti veren yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir.
Bundan sonra bir melek gördüm; bu meleğin yedi yüz bin başı
vardı. Her başında da yedi yüz bin yüzü vardı. Her yüzünde de yedi
yüz bin ağzı vardı. Her ağzında da yedi yüz bin dili vardı. Her
dili ile, yedi yüz bin lügat konuşuyordu. Konuştuğu dilerin hiç biri diğerine
benzemiyordu.
Bu meleğin ayrıca yedi yüz bin kanadı vardı.
Bu melek, her gün cennette olan nur deryasına yedi yüz kere
dalıyordu. Her dalıp çıktıkça, silkiniyor; sıçrayan her damlasından yüce hak
kudreti ile bir melek yaratıyordu. Ondan yaratılan her melek, yüce hakkı şöyle
teşbih ediyordu:
- sübhansın şanın nekadar yüce.. Sübhansın makamın nekadar
üstün.. Sübhansm efendim, halkına merhametin nekadar çok..
Bunu geçtikten sonra, bir melek gördüm; bir kürsü üzerine
oturmuştu. Başı arş altında, ayaklan da yerin dibinde idi. O kadar büyüktü ki:
Dünya ve içindekiler ona ancak bir lokma olurdu. Kanadının bir ucu mağripte, bir
uca da meşrıkta idi.
Yedi yüz bin melek, onun hizmetine durmuşlardı. Bu meleklerden
her birinin eli altında yedi yüz bin melek vardı. .
- bu kimdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bu, israfil'dir.
Gidip selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çok müjdeler verdi. Bunun
teşbihi şöyleydi:
- duyan ve bilen yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Kendisini halka perdeleyen yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce
rabbımız, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bundan sonra, bir kimseyi gördüm ki: Nura gark olmuş. Gayet
heybetli ve vekarh bir şekilde bir kürsü üzerinde oturmuştu. önünde çokça
çocuklar vardı. Sordum:
- ey cebrail, bu kimdir?. Ki, büyük bir nuru, çok vekarı ve hey
beti var. önünde duran sıbyan çocuklar kimlerdir?.
Cebrail şöyle anlattı:
- o, sizin büyük ceddiniz ibrahim'dir. Seni ve sana iman eden
ümmetini sever. Alemlerin rabbı yüce allah'a niyaz edip, senin ümmetine iyilikte
bulunmak diledi. Yüce hak, onun bu dileğini kabul buyurdu; o sıbyan çocukları
verdi. Onlar, senin ümmetin buluğa ermeden ölen kız ve erkek çocuklardır.
Onların terbiyesini, hak taâlâ ibrahim'e bıraktı. Onları kıyamete kadar terbiye
edip ilim ve edep öğretecektir. Onları kemaliyle yetiştirdikten sonra, mahşer
günü önüne katıp arasat meydanına getirecektir. Oradan, yüce allah'ın manevî
huzurunda durup şu niyazda bulunacaktır:
- ya rabbi, bunlar habibin muhammed ümmetinin s.a. Buluğa ermeden
ölen sabileridir; emr ü fermanın ile ilim ve kemalle onları yetiştirdim; yüce
dergâhına getirdim. Kerem, lütuf ve ihsan senindir."
"onun bu niyazı üzerine, yüce hak, azamet ve celâli ile şöyle
buyuracaktır:
- ey çocuklar, gidin cennete girin.
Bu hitab-ı ilâhî üzerine onlar şöyle diyeceklerdir:
- rabbımız, fazlınla, ihsanınla analarımızı ve babalarımızı bize
bağışla.
Yüce hak, tekrar şöyle buyurur:
- size sorgu sual yoktur; varın cennete girin; ama babalarınız ve
analarınız için sorgu sual vardır; hesab vardır.
Bunun üzerine, o çocuklar şöyle niyaz ederler:
- rabbımız, biz onları ayrılığımızla dünyada mahzun ettik. Bugün,
her yana yaygın rahmetinle onları mesrur edelim.
Onların bu yakarmalarına acıyan kerim ve rahim olan yüce allah
tazarru ve niyazlarım kabul buyurur:
- gidin, kevser havzından şarap alın; babalarınıza ve analarınıza
içirin.
Bundan sonra, cebrail bana şöyle dedi:
- öne geç; ibrahim'e selâm ver.
Ben de, gittim; selâm verdim. Bana tazim edip selâmımı aldı.
Sonra şöyle dedi:
- hoş geldin, ey salih oğul, ey salih peygamber. Sonra şöyle
devam etti:
-ey oğul, sen bu gece âlemlerin rabbının cemalini müşahede ile
müşerref olacaksın; türlü türlü lütufların mazharı olacaksın. ümmetin ise, cümle
ümmetlerin âhiri ve çok zayıfıdır. Onlara şefkat edip rabbından dile..
Devam etti:
- ya muhammed, ümmetine benden selâm eyle. Onlara haber ver:
Dünya fanidir; zevali çabuk olacaktır; allah katında ise., hor ve hakirdir. Yüce
hak, dünyaya sineğin kanadı kadar itibar etmemiştir. Onun süslerine aldanıp
saraylarına ve güzel elbiselerine, türlü türlü yemeklerin lezzetine,
hizmetçilerine ve haşmetine gönül vererek aldanıp ömürlerini boşa gidermesinler.
âhiret bakidir. Gece gündüz pak şeriatınla, hidayete ileten sünnetinle amel edip
allah-ü taâlâ'nın rızasını tahsile çalışsınlar. Cennetin yeri boldur. Oraya
çokça ağaçlar diksinler.
Sordum:
- cennete nasıl ağaç dikilir?. şöyle anlattı:
- şu teşbih duâsıdır: Allah sübhandır, hamd allah'a mahsustur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. En büyük allah'tır. Güç, kuvvet yüce ve azim olan
allah'ındır. Bu teşbihi okusunlar. Bunu her okudukça, cennette bir ağaç
dikilir.
Bundan sonra, cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Yedinci semâ
meleklerine imam olup iki rekât namaz kıldım.
Altıncı semâ
bundan sonra altıncı semâya çıktım.
Bu semâyı yüce hak sarı yakuttan yaratmış. Adına:
- h a l i s a.
Derler. Buranın hâzinine de:
- semhail. Derler.
Daha önce anlatılan usulde kapının açılması istendi; belli sual
cevap vaki oldu. Kapı açıldı; içeri girdik.
Oranın hazini semhail'i gördüm; hizmetinde altı yüz bin melek
vardı. Her meleğin emrinde ise., ayrıca altı yüz bin yardımcı var. Hepsi de şu
teşbihi okuyorlardı.
- kerim zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Açılan nur zat noksan
sıfatlardan münezzehtir. öyle münezzeh bir zattır ki, semâlarda onların ilâhı
odur; yerde olanların ilâhı odur.
Semhail'e selâm verdim; selâmımı aldı. Tam manası ile bana tazim
etti. Sonra:
- allah-ü taâlâ senin hasenatını, kerametlerini, kalbinin nurunu
bereketli kılsın.
Diye dua eyledi; ben de onun bu duasına:
- amin!. Dedim.
Bunu geçtikten sonra, büyük bir melâike zümresine vardım.
Bunlara:
- kerrubiyyun.
Adı veriliyordu. Bunların adedini ancak allah-ü taâlâ bilir.
Bunların başkanı bir ulu melektir ki, yalnız bu ulu meleğin yetmiş bin melek
hizmetçisi vardır. Her hizmetçisinin de yetmiş bin yardımcısı var. Bunlar yüksek
sesle teşbih ve tetlil okuyorlardı. Bunları geçtikten sonra, kardeşim musa'yı
gördüm. Selâm verdim. Selâmımı aldı; kalktı, beni iki gözlerimin arasından öptü.
Sonra şöyle dedi:
- seni bana gösteren allah'a hamd olsun.
- ve., benim için yüce hak'tan nice kerametlerin müjdesini verdi;
şöyle dedi:
- bu gece sen, mevlâ'nın cemali ile münevver ve münacaat-ı huda
ile mükerrem olacaksın. Zaif ümmetini unutma. Sana ne ihsan olunursa, ondan
ümmetine de nasib iste. Eğer bir şey favz olursa, mümkün olduğu kadar hafif
olmasını taleb eyle.
Musa'nın okuduğu teşbih duası şuydu:
- dilediğine hidayet nasib eden yüce zat, noksan sıfatlardan
münezzehtir. Dilediğini dalâlette bırakan yüce zat, noksan sıfatlardan
münezzehtir. Gafur rahim olan yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Musa'dan ayrıldığımda ağladı. Sordum:
- ağlamanın sırrı nedir?. Diye., şöyle anlattı:
- yeni bir zat benden sonra peygamber oldu; onun ümmeti benim
ümmetimden daha fazla cennete girecektir.
Bunu geçtikten sonra, mikâil'e eriştim. Büyük bir kürsüye
oturmuştu. önünde büyük bir terazi vardı. O terazinin her gözü, yerler ve gökler
sığacak kadar büyüktü. önünde nice nice tomarlar vardı.
Yanına varıp selâm verdim. Selâmımı aldı; kalkarak tazim eyledi.
Bana şöyle dua etti:
- allah-ü taâlâ senin kerametini ve sürürünü artırsın. Onun bu
duasına karşılık ben de:
- amin!.
Dedim. Sonra bana şöyle bir müjde verdi:
- senin ümmetine olan hayır ve keramet, hiçbir ümmete müyesser
olmamıştır. Onların mizanı cümlesinden ağırdır. O kimseye
saadetler olsun ki, sana tabi olup sever. Vay o kimsenin haline
ki, sana isyan eder..
Mikâil'in yanında o kadar çok melek vardı ki, onların adedini
ancak allah-ü teâlâ bilir. O meleklerin hepsi bana şöyle dediler:
- cümlemiz senin fermanına itaatkârız. Daima sana salâvat okuruz.
âdem'in yaratılmasından yirmi beş bin yi] evvelinden bu ana gelinceye kadar, her
ne mikdar yağmur ve kar yağdıysa.. Onların her katrasına bir melek hizmet ederek
indirir. Ne kadar bitki, meyve, hububat biterse, her birine bîr melek hizmet
eder. Hizmetini de tam yapar. O hizmette bir kere bulunan meleğe kıyamete kadar
bir daha sıra glmez. Onların çokluğu nekadardır; bundan kıyas eyle.
O meleklerin teşbihi şuydu:
- her müminin ve kâfirin rabbı yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Noksan sıfatlardan münezzehtir o zat ki, hamile kadınlar onun
heybetinden içlerindekini düşürürler.
Mikâil'in teşbihi de şuydu:
- pek yüce rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» bir
rivayette şöyle anlatıldı:
- her kim yukarıda anlatılan:
-«pek yüce rabbım, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» teşbihi
okumaya devam ederse, o kimse öldüğü zaman, mikâil kendisine rahmet meleği ile
hediye gönderir. Her kimin ki kabrine rahmet meleği gelir; o kimse kabir
azabından emin olur. Bu mana icabıdır ki, resulüllah s.a. Efendimiz: -«pek yüce
rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» teşbihini sünnet eyledi. Ta ki,
ümmeti secdelerinde o teşbihe devam etmek sureti ile anlatılan saadete nail
olalar.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlat tıklarına devam edelim:
-«bundan sonra, yeşil ve nurlu bir denize eriştim. Burada kadar melâike vardı ki
bunların sayısını ancak allah-ü taâlâ bilir; ondan başka kimse bilmez. Bunların
teşbihi şuydu:
- kadir muktedir olan yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. En
keremli kerim olan yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Celil azim olan yüce
zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Sordum:
- bu ne gûna deryadır?. Cebrail şöyle anlattı:
- bunun adına:.
- yeşil deniz. (derya). Derler.
Bundan sonra, cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Altıncı semâ
meleklerine imam oldum; iki rekât namaz kıldım.
Beşîncî semâ
bundan sonra, beşînci semâya yükseldik.
Yüce hak, bunu kırmızı altından yaratmış, ismine:
- safiye. Derler.
Daha önce anlatıldığı biçimde, diğer semâlarda olduğu gibi;
kapının açılması istendi. Belli sual cevap vaki oldu. Sonra, kapı açıldı.
Içeri girince gördüm ki: Oranın hazini kelkâil nurdan bir kürsü
üzerine oturmuş.. Ona selâm verdim; tazim edip selâmımı aldı.
Buna beş yüz bin melek hizmet ediyordu. Bu meleklerden her
birinin beş yüz bin melek etbaı (emirlerine tabi melkler) vardı. Bunlar şu
teşbihi okuyorlardı:
- mukaddestir, mukaddestir rablar rabbı. Noksan sıfatlardan
münezzehtir en yüce en azametli rabbımız. Pek mukaddestir meleklerin ve ruhun
rabbı.
Bu teşbihi okumaya devam ediyorlardı.
Bunlan geçtikten sonra, bir güruh melâikeye rasladım; bunların
hesabını ancak yüce mevlâ bilir. Bunlar huşu üzere ka'dede oturmuşlardı; daima
dizlerine bakıp şu teşbihi okuyorlardı:
- noksan sıfatlardan münezzehtir en yüce faziletin sahibi.
Süb-handır mahza adalet olup zulmetmeyen yüze zat.
- bunların ibadeti bu mudur?. Diye sordum; cebrail şöyle
anlattı:
- bunlar yaratıldıktan bu yana, hep bu ibadetle meşguldürler.
Niyaz eyle; yüce hak bu ibadeti ümmetine ihsan eylesin.
Ben de tazarru ve niyaz edip diledim; namazda ka'de ihsan
olundu.
Bunları geçtikten sonra, ismail a.s. Ishak a.s. Yakup a.s. Lut
a.s. Ve harun a.s. Peygamberleri gördüm.
Bunlara selâm verdim. Selâmımı aldılar ve bana:
- hoş geldin ey salih oğul, ey salih kardeş, ey salih peygamber.
Dediler. Kemaliyle tazim edip güzel ikramların müjdesini verdiler.
Bu peygamberlerin teşbihi şuydu:
- vasfedenler, azametini ve müntehasını anlatmaktan yana aciz
kaldıkları yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Boyunlar önünde eğilen,
güçler ona karşı küçülen yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunu geçtikten sonra, bir deryaya vâsıl oldum. Onun büyüklüğünü,
ancak yüce hak bilir. Onu başkası anlatamaz.
- bu derya ne deryasıdır?. Dedim; cebrail bana şöyle anlattı:
- bunun adına:
- bahr'ün - nıkam, (azab deryası.) derler. Nuh tufanı bu deryadan
inmiştir.
Bundan sonra, cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Beşinci semâ
meleklerine imam olup iki rikât namaz kıldım.
4. Sema
dördüncü semâ
bandan sonra dördüncü semâya yükseldik.
Yüce hak bu semayı ham gümüşten yaratmıştır. (bir rivayette:
Beyaz inciden yaratmıştır.)
bu semânın adı: Zâhir'dir. Kapısı nur olup nurdan kilidi
vardı.
Bu kapının üzerinde: La ilahe illallah muhammedün resulüllah
(allah'tan başka ilâh yoktur; muhammed allah'in resulüdür), kelime-i tevhidi
yazılmıştı.
Bu kapıya müekkel olan meleğin adı: Salsail'dir.
Daha önce anlatılan şekilde kapı çalınıp vaki sual cevap olduktan
sonra, kapıyı açtı. Içeri girdim; salsail'i gördüm. Tüm işlerin her biri ona
bırakılmıştı. Bunun emrinde, dört yüz bin melek vardı. Bu meleklerden her
birinin emrinde dört yüz bin mülâzimi vardı.
Bu meleklerin teşbihi şuydu:
- zülümatın ve nurun halikı yüce zat, noksan sıfatlardan
münezzehtir. Güneşin ve aydınlık veren ayın halikı noksan sıfatlardan
münezzehtir. En yüceden daha üstün zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunların arasında bir bölük melâike gördüm. Bunların kimi kıyamda
durmuştu; kimi de secde yerine bakıyordu. Hiçbir şekilde gözlerini o yerden
ayırmıyor huşu ile duruyordu. Kimisi de secde yerinde burunlarına bakıp huşu ile
duruyordu.
Anlatıları üç sınıf meleklerin teşbihi' şuydu:
- rabbımız, noksan sıfatlardan tam manası ile münezzehtir; pek
mukaddestir. öyle bir rahman rahim'dir ki: Ondan başka ilâh yoktur.
Cebrail'e sordum:
- bunların ibâdetleri bu mudur?. Cebrail bana şöyle anlattı:
- bunlar, yaratıldıktan bu yana, tam huşu üzere dururlar. Dua
eyle; bu ibadeti ümmetin için iste.
Dua edip istedim; ümmetime namazda huşu ihsan olundu. Bundan
sonra, idris a.s. Ve nuh a.s. Peygamberleri gördüm. Bunlara selâm, verdim.
Selâmımı alıp tazim eylediler. Bana:
- hoş geldin ey salih kardeş, ey salih peygamber. Dediler ve
çeşitli ikramların müjdesini verdiler. îdris'in teşbihi şuydu:
- dilekte bulunanlara icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Zalimleri tutan yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. öyle
münezzeh bir zattır ki, yücelebildiği kadar yüceldi; hiç kim-be onun yüceliğine
yetişemez.
Nuh'un okuduğu teşbih ise şu idi:
- hayy ve halim olan yüce zat, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Hak ferd kerim zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Aziz hakim zat, noksan
sıfatlardan münezzehtir.
Bundan sonra, isa'nın a.s. Validesi meryem'i, musa'nın a.s.
Validesi buhayid'i, firavun'un hanımı âsiye'yi gördüm. (allah onlardan razıt
olsun.) bunlar beni karşıladılar. Meryem'in yetmiş bin köşkü vardı; hepsi de ak
incidendi. Musa'nın validesinin dahi yeşil zümrütten yemiş bin köşkü vardı.
âsiye'nin de kızıl yakuttan, kızıl mercandan yetmiş bin köşkü vardı.
Bunları geçtikten sonra bir derya gördüm. Onun suyu kardan
be-
- bu deniz nedir?.
Diye sordum; cebrail bana şöyle anlattı:
- buna: Kar denizi, adı verilmiştir. Bunu geçtikten sonra, güneşi
gördüm.»
bir rivayette güneş: Yüz altmış kere kürre-i arzdan büyüktür.
îbn-i abbas'in rivayetinde ise şöyle anlatıldı:
- güneşin büyüklüğü yetmiş yıllık yoldur.
Yüce hak, güneşi yarattıktan sonra, bir de altından bir gemi
yarattı. Bu gemiye kızıl yakuttan bir taht koydu; bunun üç yüz altmış ayağı
vardır. Her ayağını bir melek tutar.
Böylece, o deryada güneşi kayık içine koyarlar. üç yüz altmış bin
melek tutarak her gün güneşi maşrıktan mağribe götürürler; her gece mağripten
meşrıka getirirler. Bundan sonra o melekler ibadetle meşgul olmaya başlarlar.
Ertesi gün için üç yüz altmış bin melek gelir; bu hizmeti eda eder. Taa,
kıyamete kadar bu iş böyle sürüp gider. Bir kere bu hizmeti edene, bir daha sıra
gelmez. Kur'an-ı kerimde fürkan-ı mecid'de yüce hak şöyle buyurdu:
-«güneş, kendi karargâhında yürümektedir.» (36/38)
müfessirler dediler ki:
- güneşin karargâhı arşın altındadır. Allah onlara rahmet
eylesin.
Melekler, güneşi, her gece arşın altına götürürler. Orada yüce
hakka secde eder. Taa, kıyamet vakti yaklaşıncaya kadar. O zaman şu emr-i ilâhî
gelir:
- güneş mağripte dursun; orada doğsun.
Bu mananın geniş şekli: Arais-i salebi nam eserde mevcuttur.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- «bundan sonra cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Dördüncü semâ
ehli olan meleklere imam olup iki rekât namaz kıldım.
3. Sema
üçüncü semâ
bundan sonra üçüncü kat semâya yükseldim. Yüce hak, bu semavi
bakırdan yaratmıştı, îsmine: - zeytun.. Derler. Buranın kapıcısına da:
- arinail.
Derler. Bunun kapısı ak incidendi. üzerinde nurdan kilidi vardı.
Cebrail o kapıyı çaldığı zaman, oranın hazini arinail şöyle sordu:
- kapının açılmasını isteyen kimdir?.
- cebrail'im. Deyince, tekrar sordu:
- ya yanındaki kimdir?.
- muhammed'dir. Cevabını alınca, tekrar sordu:
- ona peygamberlik verildi mi?
- evet, verildi. Cevabını aldı; tekrar sordu:
- onun için bir davet ve talep vaki oldu mu?.. . - evet, davet ve
talep vaki oldu.
Cevabım alan arinail:
- merhaba, hoşgeldin; ne güzel gelicı geldi. Deyip kapıyı
açtı.
Içeri girince, gördüm ki: Arinail gayet azametli ulu bir
melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin teşbihi de
şöyleydi:
- bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine
dua edenlerin duasına icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bu meleğe selâm verdim. Tam tazimle selâmımı aldı. Bana çeşitli
üstün nimetlerin müjdesini verdi.
Bunu geçtikten sonra, çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı.
Cümlesi secde etmişlerdi. Secdelerinde şu teşbihi okuyorlardı:
- bilgin yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisinden
başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Yüceler yücesi allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
Devamlı olarak, bu teşbihi okuyup duruyorlardı. Cebrail şöyle
dedi:
- bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle, bu ibadet ümmetine
ihsan olunsun.
Ben de dua ettim; ümmetime namazda secde emrolundu.
Secdenin iki olmasının sebebi şudur: Onlara selâm verdiğim zaman,
başlarım secdeden kaldırıp selâmımı aldılar, tekrar secdeye vardılar. Bunun için
ümmetime iki secde farz oldu.
Bunları geçtikten sonra, yusuf'u a.s. Gördüm; gayet güzeldi.
Güzelliğin yansı ona ihsan olunmuştu.
Selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı, beni merhabaladı. Benimle
müsafahâ etti. Türlü kerametlerin müjdesini bana verdi. Ve bana: Hayır duada
bulundu.
Yusuf'un tesbihi şuydu:
- kerem sahiplerinin en keremlisi yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Ulular ulusu yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Benzeri
olmayan tek allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan
yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunu geçtikten sonra, davud'u a.s. Ve oğlu süleyman'ı a.s. Gör
düm. Selâm verdim; selâmımı tazimle aldılar. Bana müjdeler verip şöyle
dediler:
- bu gece, ümmetine şefaat ve rabbından selâmette olmalarını
niyaz eyle.
Bana böyle bir tavsiyede bulundular. Davud'un tesbihi şuydu:
- nurun yaratıcısı noksan sıfatlardan münezzehtir. Tevbeleri
kabul buyurup hibeler ihsan eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Süleyman'ın okuduğu teşbih de şöyle idi:
- malın mülkün sahibi yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Kahir cebbar olan yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Tüm işler, zatında
biten yüce allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunu geçtikten sonra, bir meleğe ulaştım. Bir kürsüde
oturmuştu.
Bu meleğin yetmiş başı, yetmiş kanadı vardı; her kanadı mağribi,
meşrıkı kuşatırdı. çevresinde koca koca melekler gördüm. Bunlardan herbirinin
boyu son derece uzundu. Bu melekler, bir taifeye azab ediyorlardı. Sopalarla
dövüp parçalıyorlardı. Sonra, o parçalar bütün oluyordu; melekler de azaba
yeniden başlıyordu.
O büyük meleğin kim olduğunu sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bu meleğin adına:
- sohail.
Derler. Onların azab ettikleri de, senin ümmetinden zalim cebbar
ve mütekebbir kimselerdir. Kıyamete kadar onlara azab ederler. Bunların
teşbihleri şuydu:
- cebbarların çok çok üstünde olan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Sataşanların üstünde büyük saltanatı bulunan yüce zat tüm noksan
sıfatlardan münezzehtir. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya güçlü yüce
zat bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bundan sonra, ateşten bir deniz gördüm. çevresini sert, şiddetli
melekler sarmıştı.
- bu nedir?.
Diye sorunca, cebrail şöyle anlattı:
- bunun adı: Saak denizi'dir. Gökten yere yakıcı gürültüler ve
yıldırımlar bu meleklerle iner.»
bu mana kur'ân-ı kerîm'de şöyle anlatıldı:
-«allah-ü taâlâ yıldırımlar gönderir; bunları istediğine isabet
ettirir.» (13/13)
resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«bundan sonra bir kapı gördüm; kâfurdandı. Bunun alt eşiği,
yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu
kapının iki kanadı vardı. Yer ve gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret
ettim:
- bu ne kapıdır?.
Dedim; cebrail bana şöyle anlattı: - bu kapının adı, bab'ül -
eman'dır. Tekrar sordum:
- neden buna:
- bab'ül-eman. Denildi.
Bu soruma da şu cevabı verdi:
- yüce hak, cehennemi yarattı; içine de çeşitli azaplar koydu.
Cehennemden bir nefes zuhur eyledi. Bunun üzerine, cümle yer ve gök hli yüce
hakka sığınıp eman diledi. Bundan sonra, izzet sahibi yüce hak, bu kapıyı
cehennemle cümle kâinat arasında yarattı. Ta ki; yedi kat yerlerin ve yedi kat
göklerin ehli emanda bulunalar. Bu mana icabıdır ki, bu kapının adına:
- bab'ül-eman. Denildi.
Arkasında neler bulunduğunu görmek için, o kapının açılmasını
istedim. Cebrail şöyle dedi:
- bunun ardında cehennem vardır; neylersiniz?.
- muhakkak görmek isterim. Deyince, şu ilâhî ferman sadir
oldu:
- ey habibim, parmağınla işaret et; kapı açılır.
Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim; gördüm
ki: Demirden büyük bir minber var. O minberin altı yüz bin ayağı vardı. Onun
üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu. Ateşten ipler
büküyor; ateşten zincirler ve bukağılar yapıyordu. Gayet şiddetli ve korkunç
yüzlü idi. Pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi. Başını önüne eğmiş şu teşbihi
okuyordu:
- güçlü sultan olduğu halde, zulmetmeyen o yüce zat noksan
sıfatlardan münezzehtir. Düşmanlarından intikam alan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Dilediğine bol ihsanda bulunan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Kendisine bir benzer olmayan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir.
Ağzından dağlar gibi ateşler çıkıyordu. Burnundan alevler
fışkı-nyordu.
Bu melek, çok hışımlı ve çok öfkeli idi. Iki gözü ateş
saçıyordu.
Onun her bir gözü, dünyanın tamamı kadardı.
O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. Allah-ü
tealâ'-nın lütfü, keremi, inayeti olmasaydı helak olurdum. Cebrail'e sual
edip:
- bu kimdir?. Onu görünce, vücuduma titreme düştü. Dedim, cebrail
bana şöyle anlattı:
- siz korkmayın; çünkü sizin için korku yoktur. Bu cehennemin
hazini (kapıcı, bekçi, bakıcı) malik'tir. Allah-ü taâlâ onu gazabından
yaratmıştır. Yaratıldığından bu yana hiç gülmemiştir. Her an, gazabı
artmaktadır. Onun yanına varın, selâm verin.
Bunun üzerine, gidip selâm verdim. O kadar meşguldü ki, başını
bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi:
- ey malik, sana selâm veren allah'ın resulü muhammed'dir.
Cebrail, beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince, kıyam edip bana
tazim için, türlü saygı dilleri döktü ve ikramlar eyledi. Sonra
şöyle dedi:
- ya muhammed, sana müjdeler olsun; yüce hak sana çokça
kerametler ihsan eyledi. Senden hoşnuddur. Senin vücuduna cehen-.nem ateşini
haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem
ateşini haram kıldı. Yüce hak bana emreyledi: -senin ümmetin asilerine merhamet
eyleyeyim. Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.
Bundan sonra cebrail'e dedim ki:
- buna söyle, bana cehennemi göstersin.
Cebrail, ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne
deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O
duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı.
Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi;
mahvolurdu. Ancak malik, o deliği o anda eli ile sığadı; o duman yok oldu. Bana
da şöyle dedi:
- buradan içeri bakın.
Bakınca gördüm ki, cehennem: Birbirinin altında yedi tabakadır,
en yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı,
diğerlerinden hafiftir.
Ikincisi lezadır. Buraya nasara girecektir.
üçüncüsü hutamedir. Buraya da yahudiler girerler.
Dördüncüsü sairdir. Buraya da sabiîler girerler.
Beşincisi sakardır. Buraya da mecusîler girerler.
Altıncısı cahimdir. Buraya da müşrikler girer.
Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir. Bir de
allah'lık davası güdenler girerler. Meselâ: Firavun, nemrud gibileri...
Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmağa
takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri
girerler. Buraya bakınca, gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her
deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev
var. Her evin içinde, ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de,
erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler
var. şöyle sordum:
- ey malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?. şöyle
anlattı:
- bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını
alanlardır. Bazısı da, büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki,
büyüklük, celâl ve ikram sahibi yüce allah'a mahsustur.
Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi
idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına
vurup duruyordu. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu.
Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara
böylece azab ediyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Dedim; malik şöyle anlattı:
- bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; karınları dağlar gibi şişmişti, îçine
yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar
ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların,
akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçlen yetmiyordu. Yıkılıyorlardı.
Sordum:
- bunlar kimlerdir?. Malik şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetinizden faiz yiyenlerdir.
Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunları saçlarından
asmışlardı. Bunlar için:
- kimlerdir?.
Diye sordum; mâlik şöyle anlattı:
- bunlar, şu kadınlardır ki; yüzlerim ve saçlarını örtmeyip
erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar. Kocalarına
eza ve cefa ederler.
Bundan sonra, birtakım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden
ateş çengellere asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça
parça ediyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Dedim; malik şöyle anlattı:
- bunlar yalan yere şehadet edenlerdir. Koğuculuk yapıp söz
gezdirenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisini
memesinden asmışlar; kimisini de ayaklarından başaşağı asmışlardı. Bunlar feryad
ve sayha atıp duruyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Dedim; şöyle anlattı:
- bunlar zina edenlerdir; ayrıca, çocuklannı düşürüp katil işi
işleyenlerdir.
Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanlarının
etlerini koparız ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama
zebaniler onları:
- yiyin.
Diye zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı. Tekrar koparıp
ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu. Bu
şekilde onlara azap ediyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:
- bunlar; ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine
karsı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler.
Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya
alırlar.
Bundan sonra bir kavim gördüm ki; bunların cesetleri hınzıra,
yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar,
akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Dedim; malik şöyle anlattı:
-- bunlar, ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyen cenabet
gezenlerdir.
Bundan sonra, bir kavim daha gördüm. Bunlar tam susadıklarından
ötürü susuzluktan yanıp feryadla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine
karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip:
-iç.
Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın
götürdükleri zaman, o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip
kadehin içine dökülüyordu, içince de, bağırsakları parça parça olup
dübürlerinden dışarı dökülüyordu.
- bunlar kimlerdir?
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- ümmetinizden şarap, ve sarhoşluk verici şeyleri içenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; başaşağı ayaklarından
asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini
ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerim kestikçe
tekrar uzuyordu. Ve., bunlar, eşekler gibi bağınşıyor-lardı; köpekler gibi de
uluyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, ölüsü öldüğü zaman, feryda ü figan eden kadınlardır.
Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları
bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve
alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını buruyordu. Gayet kötü
kokular geliyordu.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, zina eden erkek ve kadınlardır.
- peki, bu kötü koku nedir?. Dedim; bunu da şöyle anlattı:
- onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.
Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların
elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı.
- bunlar kimlerdir?. Dedim; malik şöyle anlattı:
- kocalarına hiyanet edip mallarını telef edenlerdir. Bundan
sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara
ateşte azab ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat
olmuştu.
Bunlar feryad ettikçe, zebaniler ateşten sopalarla vuruyorlardı.
Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla
dövüyorlardı. Bunların azaplarını pek çetin gördüm.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, analarına ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir.
Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar
geçirmişlerdi.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine
vermeyenlerdir.
Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten
bıçaklarla boğazlıyordu. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar di-rilince,
zebaniler tekrar onları boğazlıyordu.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, haksız yere adam öldürenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife
yiyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir. Bunlardan
başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların
bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da. Kadınlardandı. Bunların
azabı gayet şiddetli idi.
- bunlar kimlerdir?.
" 3 "
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bu erkekler, beğlerin önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı
fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise., sureta libas giyip hakikatta
cümle azası belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı
çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir. Bu sebepten, başları deve
hörgücü gibi büyük olup selâmetle doğruca cennete giremezler.
Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm.
Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap
olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan
yoktu. şöyle bir azapla azap ediliyorlardı' bunları ateşten sopalar üzerine
asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak taâlâ onların
etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.
Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı;
böylece azap olunuyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; malik şöyle anlattı:
- bunlar, vücut sağlıkları yerinde iken, namazı terk
edenlerdir.
Ve., şöyle dedim:
- ey malik, kapıyı kapa; bakacak takatim kalmadı. Malik şöyle
dedi:
- ya resulellah, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları,
gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. ümmetinizi çok çekindirin. Hasiyetlerden,
allah'ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin. Allah'a tam itaata
teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah'ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi
tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.»
bunu dinledikten sonra, resulüllah s.a.v efendimiz ümmetine şef
katından dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar.
ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini nla-tıp
o kadar ağladı ki; cebrail, mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler
dahi ağlamaya başladılar. Resulüllah s.a.v efendimizin tazarru ve niyazına:
- amin!. Dediler..
Bunun üzerine, izzet sahibi yüce hak'tan şu hitap geldi:
- habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür.
şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana
bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki:
- yeter.
Diyesin.. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de
onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim.
Sonra..
Bu malik'ten başka, cehennem hazinleri (kapıcıları, bekçileri,
bakıcıları) on sekiz tanedir; malikle on dokuz olurlar. Bunların gözleri
yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda asla esirgemek ve
acımak yoktur. Her an öfkeleri artmaktadır. Vücutları gayet büyüktür. Onların
büyüklüğünü şundan anla: Onlardan biri tek eli ile yetmiş bin kâfiri alıp
cehenneme atar. Kâfirin vücudu ise., gayet büyüktür; ağzındaki dişlerinin her
biri, uhud dağı kadardır. Her bir dişi uhud dağı kadar olunca, başının ve
vücudunun nekadâr büyük olacağını hesap eyle. Bir omuzundan, diğer omuzuna
varıncaya kadar olan mesafe, dokuz günlük yoldur. Derisinin kalınlığı üç günlük
yoldur. Işte, koca cüsseli yetmiş bin kâfir avucu içine sığınca, o melek nekadâr
büyüktür, düşünüle..
Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, onların
sayısını ancak allah-ü taâlâ bilir.
şöyle bir rivayet geldi:
- yüce hak, resulüllah s.a. Efendimize bu on dokuz meleğin
vasıflarını beyan yolunda şu âyet-i kerimeyi yolladı:
-«onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir.» (74/30)
resulüllah s.a. Efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halâs olmalarını diledi.
Bunun üzerine yüce hak şöyle buyurdu:
- senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. ümmetin
onu devamlı olarak bırakmadan okursa., kendilerini o on dokuz cehennem
hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O
cümle şudur:
- bismillahirrahmanirrahim. (rahman rahim allah'ın adı ile..) hak
taâlâ cümlemizi, habib-i huda şefi-i ruz-ü ceza hazret-i
ebelkasim muhammed mustafa hürmetine cehennemden azad eylesin.
âmin!.
Allah-ü taâlâ ona salât ve selâm eylesin.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına devam edelim:
- «bundan sonra, malik o deliği kapadı. Daha sonra cebrail ezan
okuyup kamet getirdi.
Ben de imam oldum; bu üçüncü semâ ehli ile iki rekât namaz
kıldım.
2. Sema
ikinci sema
bundan sonra, îkînci kat semâya çıktım. Onu sübhan olan yüce hak,
kırmızı mercandan yaratmış. Bu semanın adına:
- k a y d u m.
Derler. Bu semâ kapıcısının adına:
- mihail.
Derler. Bu semâyı gayet nurlu ve şa'şaalı gördüm. O kadar ki"
bakınca gözler kamaşır.
Bu semânın kapısı inciden, kilidi nurdandır.
Cebrail bu semânın kapısını vurdu; açılmasını istedi. Oranın
kapıcısı olan mihail sordu:
- kapının açılmasını isteyen kimdir?.
- cebrail'im. Deyince, tekrar sordu: - yanındaki kimdir?.
- muhammed'dir.
Diye cebrail cevap verdi; oranın kapıcısı tekrar sordu::
- ona peygamberdik verildi'mi?.
- evet verildi.
Cevabım aldıktan sonra tekrar sordu:
- onun buraya gelmesi için, bir davet ve taleb vaki oldu mu?.
Cebrail bunun için söyle dedi:
- evet., davet ve talep vaki oldu.
Bundan sonra o semânın kapıcı meleği şöyle dedi:
- hoş geldin; ne güzel gelici geldi. Ve., kapıyı açtı.
Içeri girdim; oranın hazım (kapıcısı - bekçisi - bakıcısı)
mihaîl'i gördüm. Hizmetinde iki yüz bin melek vardı. O meleklerin de, her
birinin ikişer yüz bin melek hadimi vardı.
Selâm verdim; tazimle selâmımı aldı» yüce hak'tan türlü
ikramların müjdesini bana verdi. Bunların okuduğu teşbih duası şuydu:
- yüce alla sübhandır; onu teşbih edenler teşbih ettikçe..
Allah'a hamd olsun; ona hamd edenler hamd ettikçe.. Allah'tan başka ilâh yoktur;
bu tehlili okuyanlar okudukça.. Yüce allah büyüklerin en büyüğüdür; bu tekbiri
okuyan okudukça..
Bunları geçtikten sonra, birtakım meleklere eriştim. Saflar tutup
tam huşu, huzu, ile rükûa varmışlardı. öylece rükûda duruyorlardı., bunların
teşbihleri şuydu:
- geniş tasarruf sahibi yüce allah, noksan sıfatlardan
münezzehtir.-ki o: Gözleri görür. Gözlerin idrâk edemeyeceği yüce allah noksan
sıfatlardan münezzehtir. Alabildiğine büyük, olabildiği kadar bilen allah noksan
sıfatlardan münezzehtir.
Cebrail'e sordum:
- bunlar ne zamandan beri rükû ederler?.
şöyle anlattı:
- yaratıldıktan bu yana, bunlar hep rükûdadır. Taa, kıyamete
kadar başlarını kaldırmadan, böylece rükû halinde teşbih okurlar. Yüce hak'tan
niyaz eyle; bu ibadeti de senin ümmetine nasib eylesin.
Ben de, tazarru ve nivaz eyledim; namazda ümmetime rükû ihsan
olundu.
Bunları geçtikten sonra, iki genç gördüm.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail bana şöyle anlattı:
- bunlar yahya ve isa a.s. Peygamberdir. Bunlar, birbirlerinin
teyze çocuklarıdır.
Onlara selâm verdim. Onlar da selâmımı tazimle aldılar ve:
- merhaba, hoşgeldin ey salih peygamber, salih kardeş. Diyerek
musafaha eylediler. Sonra beni, yüce ve mukaddes olan
allah-ü taâlâ'dan ihsan edilen çok çeşitli ikramlarla
müjdelediler, isa a.s. şu teşbihi okuyordu:
- rahmeti ve ihsanı bol olan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan yüce zat noksan sıfatlardan
münezzehtir. Yarattıklarını maddesiz ve örneksiz yaratan, sonra onları öldürüp
eski hallerine döndüren yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunları geçtikten sonra, gayet ulu bir melek gördüm. O meleğin
yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü vardı. Her yüzünde de
yetmiş bin ağzı vardı. Her ağzında da yetmiş bin dili vardı: Her dili de, bir
başka lügatte konuşuyordu; biri diğerine benzemiyordu. Yüce hakkı teşbih
ediyordu. Onun teşbihi şuydu:
- yüce yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu
zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim
allah, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü taâlâ'dan
bağış talebinde bulunurum.
- bu kimdir?.
Dedim, cebrail bana şöyle anlattı:
- bu melek, rızık işlerine tevkil edilmiştir. Adı: Kasım'dır.
Herkesin rızkını, günü gününe sahibine ulaştırır. Takdir ve tayin olunandan
eksik veya fazla olmaz.»
bir rivayette şöyle anlatıldı:
- bir kimsenin geçimi daraldığı zaman; sabah namazının sünneti
ile farzı arasında bu meleğin teşbihinin son cümlesi olan:
-«yüce allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim allah tüm noksan
sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü taâlâ'dan bağış talebinde
bulunurum.»
teşbihini (arapça) yüz kere okursa, yüce hak, okuyanın geçimini
kolay, rızkım bol eyler.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«o meleği geçtikten sonra, büyük, acaip ulu bir melek gördüm.
Nurdan bir kürsü üzerine oturmuştu. Gamlı ve sükût duruyordu.
Oturduğu kürsünün dört köşesi vardı. Her köşesinde yedi yüz bin
altından ve gümüşten payeleri vardı. çevresinde o denli melekler vardı ki,
sayılarını, celâl ve ikram sahibi yüce allah'tan başkası bilmez. Sağında yetmiş
bin saf saf, gayet nuranî melekler vardı. Cümle-si yeşiller giymişlerdi. Güzel
kokuyorlardı. Konuşmaları gayet tatlı idi. Güzelliklerinden yüzlerine
bakılmıyordu.
Solunda yetmiş bin melek saf saf duruyordu. şekilleri de gayet
zulmanî idi. Suretleri simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri ve kokuları
çirkindi. Teşbih ettikleri zaman, ağızlarından ateş saçılıyordu. önlerinde
ateşten süngüler ve sopalar vardı. öyle gözleri vardı ki, bakmaya takat
kalmaz.
Taht üzerinde oturan meleğin başından ayağına değin gözleri vardı
ki, zühre ve merih yıldızları gibi parlıyordu. Kanatları da vardı. Elinde bir
sahife, önünde de bir levh vardı; daima o levhe bakıyordu; bir an bile gözünü
ondan ayırmıyordu.
önünde bir ağaç vardı; yapraklarının sayısını ancak allah-ü
ta-âlâ bilir. Her yaprakta bir kimsenin adı yazılmıştı.
Yine önünde leğene benzer bir şey vardı. Bazan sağ eli ile ondan
bir şey alıyor; sağ yanında duran nurlu ve tatlı meleklere teslim ediyordu.
Bazan da sol eli ile ondan bir şey alarak sol yanında duran kapkara meleklere
veriyordu. Bu meleğe baktığım zaman kalbime bir korku düştü. Vücudum titrer
oldu. Bana bir zaaf ve çöküklük geldi.
- bu kimdir?.
Diye sordum; cebrail bana şöyle anlattı:
- bu ölüm meleğidir, îsmi: Azrail'dir. Bunu görmeğe hiç kim se
cesaret edemez. Lezzetleri kesen, toplulukları dağıtandır.
Sonra gidip şöyle dedi:
- ey azrail, bu gelen âhir zaman peygamberidir. Rahman allah'ın
habibidir. Onunla konuş.
Onun bu sözü üzerine, azrail başını kaldırdı; tebessüm eyledi.
Cebrail ona yaklaştı; selâm verdi. Ben de onun yanına gittim; selâm verdim.
Selâmımı aldı; bana çokça tazim eyledi. Sonra şöyle dedi:
- sana merhaba, yüce hak, senden daha keremli bir kimse
yaratmadı. ümmetini dahi, yüce hak, ümmetlerin en keremlisi yarattı. Ben, senin
ümmetlerine, babalarından ve analarından daha merhametli ve daha
şefkatliyim.
Onun bu sözlerine karşılık şöyle dedim:
- gönlümü hoş eyledin; kalbimi gamdan kurtardım. Ama kalbimde bir
şey kaldı. Seni gamlı ve mahzun gördüm; sebebi nedir?
şöyle anlattı:
- ya resulellah, yüce hak, beni bu hizmete tayin buyurduğu
zamandan beri korkarım. Sebebi: Uhdesinden gelemem; cevap vermeğe gücüm yetmez.
Bunun için korkulu ve gamlıyım.
Sordum:
- bu leğene benzeyen şey nedir?. şöyle anlattı:
- bu, dünyanın tamamıdır. Meşrıktan mağribe, kaftan kafa
varıncaya kadar hepsi yanımda bu leğen kadardır. Nasıl istersem, öyle tasarruf
ederim.
Tekrar sordum:
- bu baktığınız levh nedir?. şöyle dedi:
- levh-ü mahfuzdur. Bir sene içinde eceli gelenlerin
defterleridir. Melekler onu yazıp bana verirler. Işte o ûefterdir.
- ya bu sahife nedir?.
Diye sorunca da şöyle anlattı:
- ruhları alınacakların, vakit saatlerini bildiren defterdir.
- ya bu ağaç nedir?. Dedim'; şöyle anlattı:
- dünyada hayatta olanların ömürlerinin ağacıdır. Bir adam-,
doğduğu zaman, bunda bir yaprak çıkar. Her yaprağının üzerinde sahibinin ismi
yazılmıştır. Eceli yaklaştığı zaman, o yaprak sararır; bu levhde bulunan ismin
üzerine düşer. O yaprağı meleklere veririm; götürür onun yemeğine katar
yedirirler. Yiyince allah'ın izni ile hastalık arız olur; hastalanır. Vadesi
tamam olunca, defterde olan ismi silinir. Ben de elimi uzatıp ruhunu kabz
ederim; ister mağripte,, isterse meşrıkta olsun. Eğer saadet ehli ise., sağımda
duran meleklere veririm. Bunlar, rahmet melekleridir. O ruhu bunlara teslim
ederim. şayet o ruhunu kabz ettiğim şekavet ehli ise., solumda bulunan meleklere
teslim ederim. Bunlar azap melekleridir. -şekavetten allah'a sığınırız.-
- bunlar nekadar melektir?. Diye sordum; şöyle anlattı:
- bunların sayısını bilmem. Ama ne vakit, bir kimsenin ruhunu,
kabzetsem; altı yüz tane rahmet, altı yüz tane de azap meleği hazır olur. O ruh,
hangi taifeye verilir?. Ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez.
Taa, kıyamete kadar böyle olacaktır.
Jbundan sonra, tekrar sordum:
- ey ölüm meleği, herkesin ruhunu sen mi alırsın?.. şöyle
anlattı:
- yaratıldıktan bu yana; yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin
melek hizmet eder. Her birinin eli altında da yetmiş bin melek var. Bir kimsenin
ruhunu almak istediğim zaman, onlara emrederim. Onlar gidip önün ruhunu boğazına
getirirler. Bundan sonra, elimi uzatıp onun ruhunu alırım.
Tekrar sordum:
- istediğim odur ki, ümmetim zaiftir. Onları mülayim bir şekilde,
şefkatle tutasın.
şöyle dedi:
- yüce allah'ın izzeti ve celâli hakkına; ki o, sizi hatem'ül-
enbiya kıldı; bana bizzat o yüce yaratıcı gece ve gündüz yetmiş kere hitab edip
şöyle buyurur:
- muhammed ümmetinin ruhlarını kolaylıkla, suhuletle al; onların
işlerini lütuf la gör.
şüphesiz ben, ümmetinize, analarından ve babalarından daha.
şefkatle tutkunum.
Bundan sonra, cebrail ezan ve kamet okudu; imam olup iki rekât
namaz kıldım.
Yani: Ikinci semâ ehli ile:
0 yorum
etiket : Miraç
1. Sema
birinci sema
resulüllah s.a. Efendimiz şöyle buyurdu:
-«birinci semaya eriştim. Cebrail birinci semanın kapısını
vurup:
- aç!.
Diye seslendi. O kapının adına:
- bab-ı hıfz. (koruma kapısı.)
derler. Kızıl yakuttan bir kapıdır. O kapının kilidi incidendir.
Içeriden, o kapının bakıcısı olan ismail; öyle bir ses çıkardı ki. öylesini hiç
işitmedim:
- bağırıp da:
- aç!. Diyen kimdir?.
Dedi; cebrail ona cevap olarak:
- cebrailim. Deyince, bu sefer:
- ya yanındaki kimdir?. Diye sordu. Cebrail:
- muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu:
- ona peygamberlik verildi mi?. Onun sorusuna da, cebrail:
- evet, ona peygamberlik verildi. Deyince ismail tekrar
sordu:
- buraya gelmesi için, taleb ve davet olundu mu?. Onun bu
sorusuna da cebrail şöyle cevap verdi:
- evet, davet olundu. Bundan sonra, ismail şöyle dedi:
- merhaba, hoş geldin; ne güzel bir gelici geldi. Ve., kapıyı
açtı.»
bir rivayette, şöyle anlatıldı:
- resulüllah s.a.v efendimiz, mescid-i aksa'daki taştan burak'a
binip semaya yükseldi. Yerden semaya kadar olan mesafe, beş yüz yıllık yoldur.
Her semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz
yıllık yoldur.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim: -«bu
semadan içeri girdiğim zaman, ismail'i bir heybet içinde buldum. Nurdan bir
kürsî üzerine oturmuştu. önünde, sağında, solunda ve ardında kendisini yüz bin
melek sarmış duruyordu. Her meleğin de ayrıca yüz bin tane askeri vardı. Ismail
ve beraberinde olanlar şu teşbihi okuyorlardı:
- pek yüce sultan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. üstün
ve büyük olan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hiç bir şey, kendisinin
benzeri olmayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim,
ona selâm verdim; selâmımı aldı ve bana tazim eyledi. Bundan
sonra, bir bölük melâike gördüm. Hepsi de, kıyamda huşu ile durmuşlardı. şu
teşbihi okuyorlardı:
- noksan sıfatlardan tam manası ile temizdir. Mukaddes olmakta
tam mukaddestir. Rabbımızdır. Meleklerin ve ruhun rabbıdır.
Cebrail'e sordum:
- bu meleklerin ibadeti bu mudur?. şöyle anlattı:
- bunlar yaratılalıberi, böyledir; kıyamete kadar da böyle
kıyamda duracaklardır. Yüce hak'tan dile: Bu ibadeti ümmetine nasib eylesin.
Dua ettim; yüce hak, o ibadeti ümmetime nasib eyledi. Namazda
bulunan kıyamınız odur.
Bundan başka, sudan ve rüzgârdan yaratılan melekler gördüm.
üzerlerine tevkil edilen meleğin adına:
- raad.
Derler. Bu melek, bulutlara ve yağmurlara müekkeldir. (yani:
Yağmuru yağdırmak ve bulutlan o yana çevirmek bunun görevidir.) şu teşbihi
okuyorlardı:
- mülkün ve melekûtun sahibi yüce zat, tüm noksan sıfatlardan
münezzehtir.
Gök gürültüsü ve şimşek, o meleğin sesinden çıkar.
Dünya semasında hiç boş yer kalmamıştı. Her dört parmak yerde bir
melek, alnını secdeye koymuş yüce hakkı teşbih ve tehlil ediyordu.
Orada bir melek gördüm; insan suretinde idi. Belinden aşağısı
ateş, yukarısı da kardı. Ateş kara yapışmıştı; aralarında hiç bir ayırıcı
yoktu.. Böyle iken, ne ateş karı eritiyor; ne de kar ateşi söndürüyordu. O
meleğin gözünden yaş akar; ağlar ve şu teşbihi okurdu:
- ey ateşle karın arasını bulan; mümin kulların kalblerini de
birleştir; aralarında ülfet ihsan eyle.
Cebrail'e sordum:
- bu melek kimdir ve neden ağlar?. Diye., şöyle anlattı:
- bu bir melektir, ismine:
- h a b i b.
Derler. Günah işleyen ümmetinizin günahlan için ağlar; af ve
mağfiret diler.
Bundan sonra, âdem'i a.s. Dünyada olduğu surette gördüm. Nurdan
libaslar giymiş; nurdan taht üzerine oturmuştu.
Yüce hak, ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin
kulun ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor-
- temiz bedenden temiz ruh.
Sonra, onun için af, mağfiret diler; dua ve rahmet dileği ile
tazarru eder, yalvarır."
"bundan sonra, melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler.
Nitekim kur'an-ı kerim'de şöyle buyuruldu:
-«gerçek şu ki: Iyilerin amel kitapları illiyyindedir.» (83/18)
kâfirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olunduğu zaman, üzülür şöyle der:
- habis bedenden habis ruh.
Beddua eder. Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine
götürürler. Nitekim kur'an-ı kerim'de şöyle buyuruldu: ,
- «gerçek onların sandığı gibi değil; kötülerin kitabı
siccindedir.» (83/7)
cebrail'e sordum:
- bu kimdir?.
Diye., bana şöyle anlattı:
- babanız âdem'dir; ileri var ona selâm ver.
Ben de ileri varıp selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı:
- merhaba salih oğul, salih nebi. Senin gibi bir oğlu bana hibe
eden allah'a hamd olsun.
Böylece bana" hoşgeldin etti. Onun bu övgüsüne karşııık göyle
dedim:
- bana, senin gibi bîr baba hibe eden yüce allah'a hamd olsun.
Bundan sonra, tekrar âdem a.s. Sena e'tti ve şöyle dedi:
- allah'a hamd olsun. Sana bu şekilde büyük kerametlerle ikram
eyledi. Seni neslimden getirdi. Yüce hak, sana türlü nimetlerini ve ikramlarını
artırıp daim ve baki kılsın.
Onun bu hamdine ve senasına karşılık ben de şöyle dedim:
- celâl ve ikram sahibi allah'a hamd olsun. Seni kudreti ile
topraktan yarattı. Ve seni melekleri omuzunda semaya taşıttı. Seni kıble edip
bütün melekleri sana doğru secde ettirdi. Senin için, cenneti mubah eyledi.
Bunun üzerine âdem a.s. şöyle dedi:
- anlattığın nimetlerin ihsanı bana olsa dahi, yine sen benden
daha faziletlisin. Zira o kerametler ve nimetler sizin nurunuz alnımda bulunması
hürmetine ve o latif nuruna izaz ikramdı.
Bundan sonra bana çok şeyler söyledi; en sonunda şöyle dedi:
- benden itibaren, size nübüvvet gelinceye kadar, çocuklarımın
binde biri cennete'konuldu; dokuz yüz doksan dokuzu da cehenneme girdi. Ne zaman
ki siz, âlemlere rahmet olarak resul gönderildiniz; senin ümmetinden binde biri
cehenneme girdi. Dokuz yüz doksan dokuzuna cennet ikram olundu. Yüce hak, ism-i
şerifini senin ism-i şerifine eş kılıp henüz dünyaya gelmeden şerefini cümleye
beyan edip açıkladı.
âdem a.s. şu teşbihi okuyordu:
- yüceler yücesi zat sübhandır: Bol gani zat sübhandır. Allah'a
hamd olsun, noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah-ü taâlâ sübhandır;
bağışlanmamı dilerim.
Gördüm ki, âdem'in a.s. Sağ canibinde bir kapı var. Oradan güzel
koku gelmektedir. Oraya bakar mesrur olur; güler. Sol yanında bir kapı daha var.
Buraya da bakıp mahzun olur; ağlar. Cebrail'e sordum:
- bu nasıl kapılardır?. şöyle anlattı:
- sağındaki kapı cennete açılır. Saidlerin ruhları oradan cennete
gider. Sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehenneme
açılır. şakilerin ruhları oradan cehenneme gider. Sol tarafına bakınca onları
görüp mahzun olur.
Sonra, bir melek gördüm. Horoz suretinde idi. Gayet büyük başı
yüce arşla beraber olmuştu. Ayakları yedi kat yerden aşağı idi. îki kanadı
vardı. Onları açtıği zaman, meşrıkla mağribi doldururdu. -o meleğin makamı:
Sidre-i münteha olup tafsili inşaallah orada gelecektir.- o meleğin vücudu beyaz
inciden; ibikleri kızıl yakuttan yaratılmıştı.»
beneksiz beyaz noroz beslemekte büyük faydalar ve güzel hassalar
vardır. Bunun sırrı ve hikmeti de, o meleğe benzemesindendir. Besleyenin yalnız
kendi evinin değil; komşularının dahi, afetlerden ve musibetlerden korunmalarına
sebeb olur.
Bu manada, resulüllah s.a. Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet
olundu:
-«beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrail'in dahi arkada-şi
ve dostudur. Düşmanım şeytanın da düşmanıdır. Beslendiği evin sahibini ve çoluk
çocuğunu, civarında bulunan dokuz evin hane halkını korur.»
ancak, bu beyaz horozda şart şudur: Hiç beneği olmayıp halis
beyaz olacaktır. Eğer ibiği iki çatal gül ibikli olursa., bu horozun faydası
daha çoktur. Nitekim bu manada resulüllah s.a. Efendimiz şöyle buyurdu:
-«çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir. Habl-bim
cebrail'in dahi habibidir. Bulunduğu evin sağından dört, solundan dört, önünden
dört, ardından dört cem'an on altı evi ve içinde olan ehillerini afetlerden ve
musibetlerden korur.»
bu hadîs-i şerifi, enes'ten r.a. Naklen ebüşşeyh çıkarıp rivayet
etmiştir.
Bir başka hadis-i şerifi de beyhakî rivayet eder. Bunun ravisi
ibn-i ömer r.a. Olup resulüllah s.a. Efendimizin şöyle buyurduğunu anlatır:
-«horoz, namaz vakitlerim allah'ın kullarına bildirir. Her kim,,
evinde beyaz horoz tutup beslerse; o kimseyi üç şeyden korur:
A) şeytanın şerrinden.
büyücünün şerrinden.
C) kâhinlerin şerrinden..»
ancak, beyaz horoz besleyenler, onu kesmekten
kaçınmalıdırlar..
Feth'ül - kadir'de bu işi deneyenlerden şöyle anlatıldı:
- beyaz horoz kesenin hali kederden yana boş olmaz, îmam-ı
salebi, ımam-ı dümeyrî'nin hayat'ül - hayvan adlı kitabından naklen şöyle
anlattı:
- güzin-i enbiya tac-ı asfiya îmam-ı etkıya habib-i huda
re-sulullah s.a.v efendimiz inci saçan şu manayı ayan beyan anlattı:
-«allah-ü teâlâ üç sesi sever; bunlardan razıdır:
A) kur'ân-ı kerîm'i okuyanın sesini sever ve razı olur.
horoz sesini sever ve razı olur.
C) seher vaktinde istiğfar edenin sesini sever.» resulüllah s.a.v
efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«o horoz şeklindeki melek, gece olunca, dünya semasına iner. O
meleğin teşbihi şudur:
- pek mukaddes sultan, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Her
şeyden yüce ve büyük zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ondan başka ilâh
yoktur. Hayatı ve kıyamı sonsuzdur.
Cebrail'e sordum:
- bu nedir?.
Diye., bana şöyle anlattı:
- bunun için:
- arşın horozu..
Derler. Gece karanlığı olduğu zaman, dünya semasına iner. Gecenin
üç bölüğünden biri geçtikten sonra kanatlarını çırpar ve şöyle der:
- hani ibadet edenler?.. Namaza kalkacaklar kalksınlar.
Onun bu sesini, insan ve cinden başka bütün yaratılmışlar
duyarlar. Yer horozları onun sesini işitince, kanatlarını çırpar; şöyle
seslenirler:
- ey gafiller, allah'ı zikre başlayınız.
Gece yarısı olunca, o melek yine kanatlarını çırpar şöyle
seslenir:
- teheccüde kalkacaklar kalksın; teheccüd kılsınlar.
Bu nidayı yaptığı zaman, tekrar yer horozları ötüp insanlara o
meleğin haberini bildirirler.
Gecenin iki bölüğü geçip bir bölüğü kaldığı zaman, o melek tekrar
seslenip şöyle der:
- hani, günahından mağfiret isteyenler ve âlemlerin rabb'ında
ihtiyaçları ve muradları olanlar?. Kalksınlar; istiğfar etsinler ve mu-radlarını
arz etsinler..
Onun bu nidası üzerine yer horozlan ötüp insanları ondan haberdar
ederler.
Tanyeri ağardıktan sonra tekrar o melek kanatlarını çırpar ve
şöyle der:
- şimdiden sonra gafiller kalksın. Hem de üzerlerinde kat kat
günahları durduğu halde..
Bunu söyledikten sonra, mekânına yükselir. Bunu duyan yer
horozları da öter, onun söylediğinden haberdar ederler.
Cebrail devam etti:
- ya resulellah, bu durum hep böyledir; ta, kıyamete kadar..» bir
-haberde şöyle anlatıldı:
- kıyametin zuhuru vakti geldiği zaman, o melek gecenin üçte
birinde nida etmek ister. Ama yüce hak'tan şu izzet hitabı gelir:
- ey melek, kullarımı uyandırmak
böylece ötmekten nehyedilir. Bu durumda o melek ve tüm sema
melekleri kıyamet kopmasının vakti geldiğini anlarlar. Hep birden ağlaşmaya
başlarlar.
O gecenin uzunluğu üç gün, üç gece kadardır.
O gece horozlar ötmez ve köpekler havlamazlar, insanlar, tam bir
gaflet içinde üç gün, üç gece yatar kalırlar. Ancak, daima teheccüd namazına
kalkanlar kalkar; teheccüd namazlarını kılarlar.
-- sabah olmadı; acaba erken mi kalktık?.
Deyip biraz yatarlar. Tekrar kalktıklarında, sabah olmadığını
görürler. O zaman, gecenin uzunluğundan anlarlar ki: Kıyamet geldi.
Bunlar, teheccüd kılmayanları kaldırmak için, çok çalışıp
çabalarlar; ama onları uyandırmak hiç bir yoldan mümkün olmaz. Hiç
kaldıramazlar. Bunun üzerine kendileri camilere gider; orada toplanırlar.
Günahlarına tevbe eder; bağışlanmalarını dilerler. Hep göz yaşı dökerler.. Ta, o
üç gün, üç gece geçinceye kadar. Hep tazarruda, niyazda ve ağlamakta
olurlar.
Bu süre dolup sabah olduğu zaman, güneş mağripten ctoğar; tevbe
kapıları da kapanır..
Resulüllah s. A. Efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«bundan sonra, bir deryaya vardım. Sütten beyaz; insan me nisi
gibi yoğundu, içinde bulunan acaip görülmemiş şeyleri anlatmak mümkün değildir.
Onların haddi hesabı yoktu.
Cebrail'e sordum:
- bu ne deryasıdır?. Diye., bana şöyle anlattı: -- bu
deryaya:
- hayat denizi..
Derler. Kıyamet kopup yaratılmışların cümlesi helak olduktan
sonra. Yüce hak mahlukunu kabirden kaldırıp onlara mükâfat veya ceza murad
ettiği zaman, ferman buyurur; bu deryadan yeryüzüne yağmur yağar. Buradan,
yeryüzüne kırk arşın kadar su iner. Cürüyüp toprak olan tenler, kemikler,
sinirler ve kıllar meydana gelir. Bu su, o toprağa dokunduğu zaman neden toprak
olduysa., derhal eski haline döner. Dağılanlar, böylece bir yere
toplanacaklardır. Bütün bu olacaklar,'bu derya vasıtası ile olacaktır.
Bundan sonra, cebrail ezan ve kamet okudu. Bulunduğum sema ehline
imam olup iki rikât namaz kıldım.
- miraç
lafzı şu manayadır: Yukarı çıkılacak âlet.. Meselâ: Merdiven.
(zamanımıza göre daha uygun örneği: Asansör veya füze.)
resulüllah s.a. Efendimiz pak vücudları ile, cevherden merdiven
ile diri olarak kuds-ü mübarekden semaya uruc etmiştir. Böyle bir manaya sahib
olmak; nebiler ve resuller arasında ancak resulüllah s.a.v efendimize
mahsusutur. Bundandır ki, resulüllah s.a.v efendimizin ism-i pâklerine:
- sâhib'ül- miraç.
Denildi. Allah-ü taâlâ ona salât ve selâm eylesin.
Resulüllah s.a. Efendimizin nail olduğu miraç şerefinin toplu
beyanı aşağıda anlatılacaktır.
şöyleki:
Sultan-ı enbiya ve resul-ü kibriya (salâvatın en faziletlisi
saygıların en tamı ona..) kırk yaşında iken; âlemlere rahmet olarak nübüvvet ve
risaletle bütün insanlara resul peygamber gönderildi. Ri-saletini onlara tebliğ
edip imana davet etmeye başladı.
Resulüllah s.a. Efendimizin risaletle gelişinin on ikinci senesi
re-ceb ayının yirmi altıncı günü idi. Resulüllah s.a. Efendimiz o gün, tek
başına beyt-i mükerreme'ye gitti; bir direğin önüne oturdu. Yüce hakka zikir ve
fikir ibadeti ile meşgul olmaya başladı.
Bu sırada, ebu cehil de; yardımcıları ve uyanları ile görüşmek
için geldi. Gördü ki: Hazret-i muhammed s.a.v yalnız oturmuş; mev-lâsına
ibadetle meşgul.. Yanında ashab-ı kiramdan da kimse yok. Onu böyle görünce;
içinden:
- ona eza cefa edeyim. Diyerek yanına geldi ve şöyle dedi:
- ya muhammed, sen peygamber misin?.
Resulüllah s.a. Efendimiz, ebu cehilin bu sözüne karşılık:
" 4 "
- evet peygamberim.
Buyurdu. Ebu cehil şöyle devam etti:
- böyle yalnız peygamber mi olur?. Hani yardımcıların? Hani
hizmetçilerin?. Eğer peygamberlik gelmesi gerekseydi, bana gelirdi. Bak, benim
şu kadar uyanlarım, hizmetçilerim var.
Böyle dedikten sonra, böbürlenerek yürüdü; gitti.
Ebu cehil'in ardından, onun yandaşlarından biri daha uyanları ve
yardımcıları ile geldi. Bu da, resulüllah s.a.v efendimizi yalnız görünce eza ve
cefa kasdı ile yanına geldi; ebu cehil'in dediği gibi dedi. Sonra gitti. Onun
yanına oturdu.
Bundan sonra, kureyş'in ileri gelenlerinden tam yedi kişi ard
arda geldi. Hepsi de, avenesi ve uyanları ile geldi; sanki daha önceden söz
birliği etmiş gibi, tek tek resulüllah s.a.v efendimize ebu cehü'in dediği gibi
söyledi.
Resulüllah s.a.v efendimiz, onların bu yaptıklarına çok mahzun
oldu. Sonra şöyle dedi:
- on iki yıldır; ben bunları hak dine ve yüce hakkı tevhide davet
ederim. Halbuki bunlar, hakkı kabul etmek şöyle dursun; henüz:
- resul.
Kime derler?. Bunu dahi anlamamışlar. Resule hizmetçi ve avene ne
lâzım?. Ancak resule lâzım olan ilâhî vahyi ve sübhan allah'ın emrini tebliğ
etmektir.
Ve.. Resulüllah s.a.v efendimiz gamlandı.
O gece receb-i şerifin yirmi yedinci pazartesi gecesi idi.
ümmü-hanî'nin evine geldi.
ümmühanî ebu talib'in kızı, hz. Ali'nin r.a. Kız kardeşi idi.
ümmühani, babası ebu talibin evinde kalıyordu. Bu ev, safa ile
merve arası bir yerde îdi.
Resulüllah s.a.v efendimiz, oraya gittiği zaman; ümmühanî r.a.
Kendisini hüzünlü ve gamlı buldu. Resulüllah s.a.v efendimizden hüznünün ve
gamının sebebini sordu; resulüllah s.a.v efendimiz de işin aslını haber
verdi.
ümmühanî, akıllı ve tedbirli bir hanımdı. Resulüllah s.a.v
efendimizi teselli etti ve şöyle dedi:
- onlar sizin risaletinizi, hak peygamber olduğunuzu, size avene
ve hizmetçi gerekmediğini seksiz bilirler. Ne var ki onlar, çok inatçı hasetçi,
hırçın olduklarından sırf sizi üzmek, eza cefa kasdı ile öyle demişlerdir.
Bu sözler, bir bakıma resulüllah s.a. Efendimizi teselli içindi;
fakat resulüllah s.a.v efendimizin hüznü yine de kaldı.
Anlatıldığı gibi, gamlı ve hüzünlü olarak; ümmühanî'nin evinde,
yatsıdan sonra, uyur uyanık bir halde yattı.
Sonra..
Resulüllah s.a.v efendimizi cümle mahluktan evvel yaratan;
kalb-lerin sevgilisi, türlü türlü keramet, çeşitli nimetler ile cümle insanlara
resul olarak gönderen; cümle kemaîâtı ile başta görünen; mü-rebbisi olan şanı
yüce nimetleri her yana yaygın, kendisinden başka ilâh olmayan âlemlerin rabbı,
azamet ve celâli ile cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:
- gerçekten benim sevgilim, cümle mahluk arasından seçip
çıkardığım, cümle yaratılmışların hayırlısı resulüm: ümmühanî'nin evinde
küffarın ezasından mahzun ve gamlı yatmaktadır. Senin taat ve ibadetin habibimi
davet olsun. O süslü kanatlarını yeniden cennet cevherleri ile süsüle; onun
hizmeti ile şerefyab ol.
Mikâil'e söyle: Bu gece erzakı tartmayı bıraksın.
Israfil'e söyle: Suru bir saat kadar bıraksın.
Azrail'e söyle: Bu gece can almaktan el çeksin.
Nur ve ziya meleklerine emir ver: Semaları nurla
doldursunlar.
Rıdvan'a söyle: Cenneti süslesin.
Malik'e tenbih et: Cehennem tabakalarını kapasın; zebaniler
hareket etmesinler.
Huriler bezenip ellerine cevher saçan tabakları alsınlar. Cennet
köşklerini saf saf dizsinler.
Arş hamiline söyle: Mukaddes libası atlas îelekine giydirsin.
Ve., sizler, her biriniz yanınıza yetmiş bin melek alın.
Ve., sen cennete git; bir burak seçip al.
Yeryüzüne in; kabirlerden azabı kaldır. Bundan sonra, habibime
git. O: Müşriklerin ezasından dolayı gamlı ve mahzun olarak üm-mühanî'nin evinde
yatıyor. O habibimi rıfk ile, büyük bir keremle kaldır; anlat: Bu gece
kendisinin yüce kadrini, izzet ve rif'atını cümleden ziyade yakınlığını
kendisine bildirecek gecedir. Onu davet eyle.
Sonra..
Cebrail a.s. Cennete gitti. Gördü ki: Orada kırk bin burak
gezmektedir. Her birinin alnında muhammed ism-i şerifi yazılmış. Aralarında bir
burak vardı; mahzundu. Başını aşağı eğmiş; gözyaşlan sel gibi akıyordu. Hem de
hiç durmadan.
Cebrail o mahzun bürakın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının
sebebini ona sordu. Burak şöyle anlattı:
- cennette gezerken, aniden kulağıma:
- ya muhammed.
Diye bir ses geldi. Işittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum.
Onun firak ateşi ile cemalinin visali ümidi ile kırk bin yıldariberi böyle
hüzün, ağlamak ve visal arzusu ile mahzun olup ağlarım.
Cebrail a.s. O burak'ın haline merhamet etti; şöyle dedi:
- senin maşukun olan hazret-i muhammed bu gece miraca da vet
-olundu. Mescid-i haram'dan mescid-i aksa'ya bürakla gelecektir. Seni götüreyim,
muradına er.
Bundan sonra o burak'a nurdan eğer vurdu; zebercedden gem vurdu.
Bundan sonra, iki cihanın sultanı insin ve cinnin resulü s.a.v efendimizin
halvet saraylarına geldi.
Sonra..
Hadis çıkaran imamlar altı hadis kitabı içinde çeşitli yollardan;
miraç hadisini yirmi kadar ashab-ı kiramdan alıp rivayet ettiler. Bu ashab-ı
kiram dahi, resulüllah s.a.v efendimizden dinleyip anlatmışlardır.
Resulüllah s.a. Efendimiz; nebilerin sultanı, doğru yolu tutan
zatların baştacı ahmed hamid mahmud muhammed'dir. Allah-ü te âlâ ona salât ve
selâm eylesin.
Bu sahabenin dili ile, resulüllah s.a. Efendimizin şöyle
buyurduğu anlatıldı:
-«ümmühanî'nin evinde idim. Orada uykuya dalmıştım. Gözlerim
uyuyordu; ama kalbim uyanıktı.
Bu sırada, cebrail'in sesi kulağıma geldi; uykudan kalktım,
oturdum.
Gördüm ki: Cebrail karşımda duruyor. Bana şöyle dedi:
- yüce hak sena selâmeti; seni davet etti. Seni ben taşıyacağım.
Allah-ü taâlâ istedi ki: Sana türlü keremlerle ikram eyleye. Senden evvel
gelenler ve senden sonra gelecek olanlar bu türlü kereme nail olmadılar ve
olmayacaklardır.
Kalktım. Abdest almak istediğim zaman; abdestim için kevser
nehrinden su gelmesi emri verildi. Ben abdeste hazırlanırken, daha abdest azamı
açmadan rıdvan, kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi.
Bir de yeşil zümrütten leğen getirdi. Bu leğen dört köşe idi. Her
köşesine bir cevher konmuştu. O cevherlerin nuru semaya güneş, gibi aydınlık
veriyordu.
Bundan sonra yıkandım; sırtıma nurdan bir hülle giydirdiler.
Başrnıa da nurdan bir kavuk koydular.
Bu kavuğun hikâyesi şöyleydi: âdem yaratılmadan sekiz bin sene
evvel, rıdvan onu benim adıma sarmıştı. Sarıldığı vakitten bu yana kırk bin
melek o kavuğun çevresinde tazimle durup teşbih ve teh-lille meşgul oluyorlardı.
Her teşbihin sonunda bana salâvat-ı şerife okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü
vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.
Blrînci satırda: Muhammed allah'ın resulüdür.
îkincî satırda: Muhammed allah'ın nebisidir.
üçüncü satırda: Muhammed allah'ın habibidir.
Dördüncü satırda." muhammed allah'ın halilidir.
Bundan sonra cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi)
koydu. Belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil zümrütten bir
kamçı verdi. Bu kamçı, dört yüz inci ile süslenmişti. Her incisinin sabah
yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da, yeşil zümrütten bir çift papuç
giydirdi. Daha sonra, elimden tutup beyt-i haram'a götürdü.»
bir başka rivayette, resulüllah s.a. Efendimiz bundan sonrasını
şöyle anlatmıştır:
-«zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i mükerreme'yi yedi kere
tavaf ettim. Makam-ı ibrahim'de iki rikât namaz kıldım. Hatim'e geldim;
dinlenmek için bir mikdar oturdum. Bu oturduğum yerde, cebrail göğsümü yardı.
Içi hikmet ve marifet dolu teşt getirdi. Mika il üç leğen zemzem suyu getirdi.
Sarsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah
pıhtı kanı attı ve şöyle dedi:
- bu kan, heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu
çıkardım. Siz bu gece semalarda, sidre, kürsî ve arşta çok acaip işler ve ulu
melekler göreceksiniz. Bu kandan sizi temize çıkardım ki, onlar
dan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi
konuşmaktan korkmayasınız.
O teşt içinde bulunan hikmeti ve marifeti doldurup kalbimi yerine
koydular. Sığadıkları zaman, göğsüm bitişti; yarası kalmadı.
Bundan sonra cebrail elimden tuttu; beni mekke'nin dışında bir
yere götürdü. Gördüm ki: Mikâil, israfil ve azrail de oradalar. Her birinin
yanında yetmiş bin melek saf olmuş duruyor. Beni gördükleri zaman, tam manası
ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler. Ben de onlara selâm verdim. Selâmım
üzerine, yüce hakkın sonsuz nimeti ile müjdelediler.
Bundan sonra, cebrail bana şöyle dedi:
- ey allah'ın resulü, size cennetten burak getirdim. Binin;
me-le-i âlâ teşrifinizi bekler.
Bakınca burak'ı gördm. Güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım hızı
ile yürüyordu. Ayağını yerden kaldırdığı zaman, gözünün iliştiği yere basıyordu.
Ayrıca, o burak'ın yanında iki kanadı vardı; dilediği zaman, onlar vasıtası ile
havada uçuyordu.»
âlimler burak'ı şöyle anlattılar:
- cüssesi katırdan küçük; merkepten büyük. Anlaşılır biçimde,
fasih arapça konuşur. Yüce hak, onun her azasını bir başka cevherden
yaratmıştır. Tırnaklan mercandan, ayakları altındandı. Göğsü kırmıza yakuttan,
sırtı inciden. Iki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve
kuyruğuna benzer. Başka rivayette: Tavusku-şu kuyruğuna benzer. Son derece süslü
idi. Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. üzerinde cennet
eğeri vardı. üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«bundan sonra, cebrail burak'ın üzengisini tutup bana:
- bin.
Dedi. Binmek istediğim zaman, burak serkeşlik etti. Bunun üzerine
cebrail ona hitaben şöyle dedi:
-: Ey burak, utanmaz mısın?. Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık
edersin?. şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka ilâh olmayan allah
hakkı için, sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez.
Cebrail'in bu sözü üzerine, burak çok utandı ve titredi. Iri iri
ter damlaları dökmeye başladı ve şöyle dedi:
- ey cebrail, hacetim vardır; arz etmek isterim. Bu hacetimin
yerince gelmesine vesile olsun diye öyle ettim; yoksa kaçındığımdan değildir.
Siz beni çok utandırdınız.»
bundan sonra, resulüllah s.a.v efendimiz burak'a sorar, burak da
anlatır:
- «muradın nedir?. Söyle; yerine gelsin.
- ya resulellah, ben sana ezelden aşıkım. Nice yıldır aşkınla
perişan ve mahzun bir halde idim. Allah'a hamd olsun; şimdi cemalinizin nurunu
gördüm. Güzel kokunuzu da kokladım. şimdi, aşkım bin
kat daha arttı. Kıyamet günü, pak zatınız kabr-i latifinizden
kalktığınız zaman mahşere bürak ile geleceksiniz. Ricam, niyazım ve hacetim
budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz. Bana binmek ile, beni mesrur ve
pürnur edesiniz.»
resulüllah s.a.v efendimiz anlatmaya devam edip şöyle
buyurdu:
-«burak'ın o dileğini kabul ettim. O gün, yine ona binmeyi va-ad
ettim.»
fahr-i kâinat ve zübde-i mevcudat resulüllah s.a. Efendimiz,
kıyamet günü mahşer yerine bürak ile teşrif edeceğini, burak'tan duyunca,
ümmetinin halleri hatır-ı şerifine gelip mahzun oldu; düşünceye daldı.
Resulüllah s.a.v efendimizin bu hali üzerine; gizliyi saklıyı
bilen, şanı yüce, ihsanı bol, kendisinden başka ilâh olmayan allah cebrail'e
hitaben şöyle buyurdu:
-«habibime sor; böyle durgunlaşmasına sebep nedir?.»
cebrail, resulüllah s.a. Efendimize durumu sorunca, şöyle
anlatır:
-«ben, bu çeşit izzet ikram gördüm. Kıyamet günü yine burak'a
binip geleceğimi işittim. Hatırıma şu geldi: Kıyamet günü olduğu zaman; zaif,
kusur dolu, günahkâr olan ümmetimin halleri nice olur?. Elli bin yıl arasat
meydanında yaya yürüyecekler. Bunca günahlarını çekerek gidecekler. Sırat üç bin
yıllık yoldur. O üç bin yıllık yolu nasıl geçerler?.»
resulüllah s.a.v efendimiz anlatıyor:
-«yukarıda anlatıldığı gibi dediğim zaman, bana ilâhî ferman
şöyle geldi:
- her kime ki, benim inayetim olur; sana gönderdiğim bürak gibi,
ona da gönderirim. Onların kabirlerine tek tek bürak yollarım. Mahşere süvari
olarak getiririm. Sıratı, binek üstünde kolaylıkla geçiririm. Elli bin yıllık
vakti bir an gibi yaparım.
Ve., senin ümmetine, lütuf, kerem ve ihsan muamelem bu şekil-de
olacaktır..
Hatırını hoş tut.»
nitekim, bu manada şu âyet-i kerime vardır:
-«rahman'a varacak müttakileri, o gün, süvari olarak
hasredeceğiz.» (19/85)
resulüllah s.a.v efendimiz devam buyuruyor:
-«yüce hak'tan gelen kerem vaadine, lütuf ve ihsana sevindim;
burak'a binip oturdum.
Cebrail, sağ üzengi tarafımda yetmiş bin melekle; mikâil sol
üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerden her birinin elinde
nurdan şamdan vardı.
Israfil arkamda yetmiş bin melekle duruyordu; burak'ın üzerine
örtülen örtüyü omuzunda taşıyordu. Onun ululuğundan hicab edip burak'ımın
örtüsünü taşımasından ötürü özür diledim; bana şöyle dedi:
- ya resulellah, ben bu gece sizin bu örtünüzü taşımak için nice
bin senedir ibadet edip ricada bulundum. Sübhan olan yüce hak ricamı kabul
buyurup muradıma nail eyledi.
- ne sebeple rica ettin?.
Diye sordum; israfil şöyle anlattı:
- arş altında nice bin sene ibadet ettim.
- ne istiyorsun?. Dileğin makbul olmuştur. Diye bir hitap geldi;
cevabında şöyle dedim:
- ya rabbi, günahkâr ümmetlerin şefaatçisi kıyamet gününün
sultanı ki, kendi ismini onun ismi ile beraber arşın gözüne yazmışsın; o vücuda
geldiği vakit bir saat onun hizmetinde olmak isterim.
Bu dileğim üzerine, yüce hak şöyle buyurdu:
- dileğini kabul ettim. Onun için bir gece olacaktır; o gece: Ona
yakınlığımı müyesser edeceğim. Yer noktasından, ulvî âlemime getireceğim
hazinelerimin kapısını şühud anahtarımla ona açacağım. Onu mekke'den beyt-i
makdis'e varıncaya kadar yürüteceğim. O zaman, beyt-i makdis'e kadar onun
bineğinin eğeraltı örtüsünü taşıma şerefine nail olursun.»
resulüllah s.a.v efendimiz şöyle devam buyurdu:
-«o gece burak'ın ayağı yere değmedi. Mekke-i mükerreme'den
mescid-i aksa'ya kadar cennet dibaları serilmişti. Burak, hep o dibalar
üzerinden geçip gitti.
Böylece giderken, karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler
saçarak, bana doğru yöneldi.
O zaman cebrail bana şöyle dedi:
- ya resulellah, sana birkaç cümle öğreteyim; onları oku. Bu
ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.
- olur; öğret. Deyince, şu duayı öğretti:
- kerim allah'ın zatına sığınırım. Bu sığınmamı onun bütün
kelimeleri ile yaparım; o kelimelerden öteye ne iyi geçebilir, ne de kötü..
Semadan inenlerin, semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların
şerrinden sığınırım.
Gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım.
Hayır için gelen hariç; gece ve gündüz beliyyelerinden
sığınırım.
Ya rahman!.
Bu duayı okuyunca, o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup
gitti.
Bu sırada, sağımdan bir seda geldi:
- ya muhammed, azıcık dur; biraz eğlen. Sana soracaklarım var. üç
defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim. Geçtim. Solumdan da üç defa ses
geldi:
- ya muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var. Bunu da
dinlemeden geçtim.
Bir kadın gördüm; kendisini gayetle bezemişti. Güzel elbiseler
giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman, gördüm ki, çok kocamış bir kadındır.
Bu da bana üç kere:
- dur.
Diye seslendi. Buna da itibar etmeden geçip gittim.
önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu.
Bana üç kere:
- azıcık dur, eğlen; halime bak da acı. Cemalini göreyim; sana
soracağım var.
Ben,,bunu da hiç dinlemedim; geçtim.
Bundan sonra, taze bir yiğit gördüm. Gayet güzeldi. Yüzünde nur
parlıyordu. Bana:
- dur ya muhammed, sana soracaklarım var.
Deyince, burak durdu. Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra
şöyle dedi:
- sana müjde. Hayrın cümlesi ancak sende ve senin
ümmetin-dedir.
Onun bu sözüne karşılık; sena ettim:
- allah'a hamd olsun.
Dedim. Cebrail dahi, benimle beraber:
- allah'a hamd olsun. Dedi.
Bundan sonra, gördüklerim için cebrail'e:
- bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:
- sağ tarafınızdan gelen seda yahudi sedası idi, eğer
dursaydı-nız; sizden sonra ümmetiniz yahudilerin kahrı altında hor ve hakir
olurlardı.
Sol tarafınızdan gelen seda nasara'nın sedası idi. Eğer
dursaydı-nız; sizden sonra ümmetinize nasara kavmi üstün gelirdi. Bunların kahrı
altında kalırdı.
O kadın da dünya idi. Kendisine sahip olacaklara öyle süslü
görünür. Güzel elbiselerle, türlü zinetlerle insanları aldattığına işaret
vardır. Onun kocamış olması da, kıyametin yakın olduğuna işarettir. Onun sözüne
dursaydınız, tümden ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur; dünyaya taparlardı.
O kocamış kimse ise, lain şeytandı. Sizin çok merhametli
olduğunuzu biliyordu. O göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak
için, hile etti. Eğer sözüne kanıp dursaydınız, ümmetiniz son
demlerine kadar; onun hilesinden kurtulamazdı. çoğunu bastırıp
üstün gelirdi.
O taze yiğit ise, islâm dini idi; durdunuz. Sizden sonra
ümmetiniz, tüm düşmanların mekrinden emin olarak, islâm dininde sabit
kalacaklardır.
Sizin hatırınıza şöyle geldi:
- gece sahraya çıkan ümmetime cin tayfası zarar vermek isterse,
halleri nice olur?. Acaba, benden sonra ümmetimin hali nice olur?
Gibi fikirler geldi. Gaybı ye şehadeti, gizliyi ve saklıyı bilen
yüce allah o ifriti gösterdi. Ondan kurtuluş çaresini öğretti. Ve sizden sonra,
dininize hiç bir din üstün gelmeyecektir. Dininiz cümle dinlere galib olacaktır.
Yahudi ve nasara ümmetinizin kahrı altında kalacaktır. ümmetin, şeriatına göre
amel edecektir. şeytanın mekrinden âhir ömürlerinde emin olacaklardır; selâmet
bulacaklardır. ümmetin islâm dini üzerine kıyamete kadar sabit kalacaktır.
Işte gördüklerinle bütün bu manalara allah-ü taâlâ işaret etti.
Sizi ayıktınp, endişe ve efkârdan halâs eyledi.
Bütün bunları cebrail bana anlattı.
Bundan sonra, hurma ağaçlan çok olan bir yere vardık. Cebrail
bana:
- in, burada namaz kıl.
Dedi. Indim; orada namaz kıldım. Cebrail bana sordu:
- bu namaz kıldığın yeri bilir misin?.
- bilmem. Deyince şöyle söyledi:
- burası tayyibe'dir. (tayyibe, medine-i münevvere
isimlerin-dendir.) yakında siz, buraya hicret edeceksiniz.
Bundan sonra, beyaz bir yere geldik. Cebrail yine:
- in, burada namaz kıl.
Dedi. Indim, burada da namaz kıldım. Cebrail bana sordu:
- nerede namaz kıldığını biliyor musun?.
- bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı:
- burası, medyen'de musa'nın a.s. Ağacının altıdır. Devamla şöyle
anlattı:
- musa'yı a.s. Firavun öldürmek istediği zaman, kaçtı; medyen'e
geldi. Medyen'in dışındaki bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü.
Yine gördü ki: Iki kız, o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını
sulamak için çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa a.s. O kızların haline
acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu; durumu öğrendi. Bundan sonra, kendi
yorgunluğuna bakmadan,-içinden:
- bu işte büyük bir ecir vardır.
Diyerek, o kızların koyunlarını suladı; sonra, bir ağaç altına
gelip ibadet eyledi. Işte bu ağaç, o ağaçtır. Ki: Onun altında namaz kıldın.
Burayı geçtikten sonra, başka bir yere geldik; cebrail şöyle
dedi:
- in, burada namaz kıl.
Inip namazımı kıldıktan sonra, cebrail sordu:
- bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?
- bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı:
- burası tur-u sina'dır. Yüce hakkın, musa'yı a.s. Kelâm ve
mü-nacaat nimetine erdirip şereflendirdiği yerdir.
Sonra, bir başka yere vardık; burada bir köşk gördüm. Yine
cebrail bana:
- burada da in; namaz kıl. Burası,. Isa'nın a.s. Doğduğu köydür.
Dedi. Indim namaz kıldım. Burada bir cemaat gördüm; ekin ekiyorlardı. Ektikleri
anda, bir tanesinden yediyüz tane hâsıl oluyordu.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sorunca, cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, allah yolunda mallarını harcayan ümmetlerindir.
Bir başka cemaat daha gördüm: Melekler onların başını taşla
eziyordu; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı; tekrar o ezilen başlar bütün
oluyordu. O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sorunca, cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, senin ümmetinden namazı terk edenlerdir. Bir de,
rü-kûdan kalkarken, secdeden kalkarken; başlarını tam doğrultmayıp rükûu ve
secdeleri birbirine karıştırarak namazı düzensiz tertipsiz -kılanlardır.
Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler.
çevrelerinde atehten otlar bitmişti. Melekler, onları hayvan güder gibi, o
ateşten otları yemeğe sürüyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetinden mallarının zekâtını vermeyenlerdir.
Fakirlere, zaiflere, çaresizlere, yetimlere, dul kadınlara merhamet
etmeyenlerdir.
Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler
duruyordu. Bir tarflarında da kokmuş, murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes
yemeklerden yemiyor; hatta dönüp bakmıyor; o kokmuş murdar etten yiyorlardı.
- bunlar kimlerdir?."
"diye sorunca, cebrail şöyle anlattı:
- bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helâlinden
kadını dururken; haram olan zina ye benzeri günalharı irtikâb edenlerdir.
Bundan sonra bazı adamlar gördüm; odun yığmışlardı. O odunları
kaldırmak istiyorlar; ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip
koyuyorlardı; kaldırmak istiyorlardı. Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar
üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip
çalışıyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır.
Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken, kanaat etmeyip çokça yığmaya
çalışırlar. Dünyaya ve dünya malına mahabbet edip artırmak için gayretle
çalışıyorlar.
Bundan sonra, koca bir taş gördüm; küçük bir deliği vardı. O
delikten bir yılan çıktı; büyüdü. Döndü, yine o deliğe girmek istedi. O deliğe
sığmadı; şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı.
- bu nedir?.
Dediğim zaman, cebrail şöyle anlattı:
- o taş, ümmetin gövdelerine misaldir. O küçük delik ise,
ağızlarıdır, o yılan ise., yalan, fuhuş, haram ve gıybet olarak söyledikleri
kelâmlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra, o kelâmları yutmak müm kün olmaz.
Hatta, o kelâmlarından dolayı, dünyada ve âhirette ceza görür; azar işitir;
hesaba çekilirler. ümmetine söyle: Ağızlarını kötü söz, haram ve dil afeti
sözlerden tamamen korusunlar. Böyle etsinler ki, selâmet bulalar.
Bundan sonra, bir şahıs gördüm; kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle
kovayı kuyunun ağzına getirdiği zaman, içinde hiç su bulamıyordu. Zahmetten
başka eline bir şey geçmiyordu. Bunun durumunu da sordum; cebrail şöyle
anlattı:
- amellerini allah için halis etmeyip riyakârlık edenlerdir.
Dünyada zahmet çekip amel işlerler; ama riya ile. âhirette, bu amellerinden
ötürü, kendilerine hiç bir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.
Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; sırtlarında çokça yükleri
vardı. üzerlerindeki yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; halka:
- üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı.
- bunlar kimlerdir?. Diyerek sordum; cebrail şöyle anlattı.
- bunlar, insanların bıraktığı emanete hiyanet edenlerdir.
Boyunlarında bu kadar yük varken, durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal
taleb ederler..
Bundan başka bir kavim daha gördüm; dudakları ve dilleri uzayıp
sarkmıştı. Onlann uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını, melekler ateşten
makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe, onların dilleri ve dudakları yine uzuyor;
sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetin içinden çıkıp insanları beğlere ve padişahlara
gammazlayan kimselerdir. Yalanlarım tasdik ettirip onları yapacakları zulümden
almak şöyle dursun; bu yolda müdahene edenlerdir.
Bir cemaat daha gördüm; melekler, bunların etlerini kesiyor;
kendilerine veriyor ve:
- yiyin..
Diye emrediyorlardı. Onlar iğrenip yemek istemedikçe, melekler
onları dövüyor ve zorla:
- yiyin.. Deyip yediriyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir. Bundan
sonra, bir kavim gördüm; yüzleri siyah, gözleri mavi idi.
Alt dudakları ayaklarına inmişti; üst dudakları da alınlarına
bitiş mişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var;
bir ellerinde de ateşten kadeh.. Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip
kaynıyor. Melekler de onlara:
- îçin..
Diye zorluyordu. Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman, onun
kaynar şiddetinden, murdar kokusunun kötülüğünden, dayanamayıp himar gibi
bağınyorlardı. O melekler ise, onları dövüyor, zorluyor ve içiriyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar şarab içenlerdir.
Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden
çıkmış, suretleri domuz suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap
sarmıştı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetinden yalan yere şahidlik edenlerdir. Hakkı iptal
edip allah'ın kullarına zulüm edenlerdir.
Bunlardan başka bir güruh gördüm. Karınları şişip aşağı
sarkmıştı. Ellerine ve ayaklarına köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedik leri
zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor; yere yıkılıyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu
yiyenlerdir. Yani: ümmetin arasında.
Bundan sonra, bir kısım kadınlara rasladım. Bunların yüzleri kara
olmuş; vücutlarına ateşten elbiseler giydirmişlerdi. Ateşten topuzlarla melekler
onlara vuruyorlardı. Köpekler gibi de uluyorlardı.
Bunların kimler olduğunu sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar öyle kadınlardır ki, zina eder ve kocalarına eza cefa
ederler.
Bunlardan başka birtakım kimseleri gördüm ki, bunları ateşten
bıçaklarla boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı daima
böyle bir azab ediliyorlardı.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.
Bunlardan başka bir zümre daha gördüm ki; havada asılı
duruyorlardı. Kulaklarından, burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu.
Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı
ateşten sopa vardı. Bu sopa ile, daima ve hiç durmadan o taifeye azab
ediyorlardı. şu -manalı- teşbihi okuyorlardı:
- kadir muktedir, allah sübhandır. Düşmanlarından intikam alan
allah sübahandır. Yüce sultan allah sübhandır.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum, cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, dilleri ile iman izhar edip kalbleri küfür ve nifak
dolu olan münafıklardır.
Bundan sonra, bir bölük kavme rasladım. Gördüm ki: Bu taife
ateşten bir vadide hapsolmuşlar; ateş bunları yakıyor. Ama tekrar
tazeleniyorlar; yani: Vücutları yerine geliyor, yine ateş yakıyor. Böylece azab
olunuyorlar.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar analarına, babalarına itaat ve tazim etmeyip asi ve
karşı gelen kimselerdir.
Bundan sonra bir bölük kavme daha rasladım. Bunlar göğüsleri
üzerine ateşten tabaklar koymuşlar; melekler de onlara sopalarla vurup azab
ediyorlar.
- bunlar kimlerdir?.
Diye sordum; cebrail şöyle anlattı:
- bunlar, ümmetinden saz çalıp halka name söyleyip mutriplik
edenlerdir.
Bundan sonra, korkunç bir gürültü işittim.
- bu gürültü nedir?.
Diye sordum; cebrail bana şöyle anlattı:
- cehennemin kenarından bir taş içine düştü. üç bin yıldır, aşağı
doğru gidiyordu; şimdi dibine vardı. Onun gürültüsü.»
bu taş üzerine şöyle beyan olundu'
- adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen; yirmi
dört saatte yere iner. Halbuki bu mesafe beş yüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki,
adam başı kadar taş yirmi dört saatte beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş üç
bin yılda nekadar yıllık yol alır?. Bunu düşünüp cehennemin derinliği nekadardır
anla. Buna göre de, cehennemden yüce hakka sığın.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«bundan sonra bir başka vadiye vardım; buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler
geliyordu.
- bu ne kokudur?.
Dedim: Cebrail bana şöyle anlattı:
-- cehennemin kokusudur. Hele dinle, ne söylüyor.
Dinledim cehennem şöyle diyordu:
- ey benim rabbım, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim
zincirlerim, dikenlerim, bukağılarım, zekkumlarım, kızgın sularım,
irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve
akreplerim gayet çoğaldı. Derinliğim gayet derin oldu. Artık bana vaad ettiğin
kullarını gönder türlü azaplarla onlara azap edeyim. Onun bu dileğine karşılık
yüce hak şöyle buyurdu:
- ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım. Bana şirk koşan
herkesi, beni ve peygamberlerimi inkâr eden kâfirleri, habis olanların her erkek
ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım.
Yüce hakkın bu vaadine cehennem razı oldu ve şöyle dedi:
- razı oldum ya rabbi.
Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular gejdi.
- bu güzel kokular nedir?.
Diye sordum, cebrail bana şöyle anlattı:
- burada firavundun karısını keseleyen kadının ve kızlarının
kabri vardır. Buraya cennet yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet
yemişlerinin kokusudur.
Bu keseci kadının hikâyesi şöyledir:
- o keseci kadın, musa'ya a.s. Gizlice iman getirmişti. Imanını
daima gizler; hiç duyurmazdı.
Her zaman olduğu gibi bir gün, firavun'un kızının saçlarım altın
tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü: Eğilip alırken yavaşça:
- bismillah. (allah'ın adı ile..)
diyerek tarağı aldı. Ama, ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve
ne dediği belli oldu. Firavun'un kızı onun dediğini işitince; şöyle sordu:
- allah..
Diye andığın babam mıdır?.
Ama, o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı:
- o andığım şanı büyük allah'tır. Benim, senin, babanın rabbı ve
halikıdır. öyle yüce haktır ki, nimeti her yana yaygındır; ondan başka ilâh
yoktur.
Onun böyle demesine karşılık firavun'un kızı şöyle dedi:
- senin babamdan başka rabbın var mıdır?. Keseci kadın şöyle
anlattı:
- senin baban mahluktur. Benim rabbım senin babanı ve cümle
mahlukatı yaratan "tek yaratıcıdır. Daimî varlıktır; evveli ve âhiri yoktur.
Kız şöyle dedi:
- şimdi babama haber vereyim mi ki, sana ceza versin?. Korkmuyor
musun?.
Keseci kadın, kızın bu sözüne karşı şöyle dedi:
Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın. Bundan sonra kız
gelip babasına haber verdi. Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu:
- senin benden başka rabbın var mıdır?. Keseci kadın şu cevabı
verdi:
- evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren
alemlerin rabbıdır!.
Firavun, keseci kadına öfkelendi ve şöyle dedi:
- tez bana secde et. Ve bana:
- rabbım'sın.
De... Yoksa seni, şimdi şiddetli azab ile azaba sokar ve helak
ederim.
Keseci kadın firavun'un o sözüne karşılık şöyle dedi:
- ne türlü azab etmek istersen et. Benin azabın dünya azabıdır.
ölür, kurtulurum. Rabbımın nimetine ve lutf u keremine mazhar olurum. Ben hak
dinimden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinimin yolunda feda ederim.
Bundan sonra, firavun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti;
tekrar tekrar zorladı ve şöyle dedi:
- dininizden dönün, yoksa hepinizi öldürürüm.
Daha başka tehditler de savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci
kadın ve kocası hiç korkmadılar; şöyle dediler:
- biz, dinimizde sabit kalacağız. Sen ne çeşit azab etmek
istersen et.
Bundan sonra firavun, bir büyük kazan içine su doldurttu. Altına
da ateş -yaktırdı. Su şiddetle kaynamaya başladı. Emir verdi: Keseci kadının ve
kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı sonra onlara hitaben,
şöyle dedi:
- şimdi bana tapın. Yoksa cümlenizi kazanın içine atar; öldü
rürüm.
şu cevabı verdiler:
" 5 "
- bildiğinden geri kalma, hemen kazanın içine at.
Firavun emir verdi; önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar;
haşlanıp öldü. Bundan sonra, çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü.
Kadının yeni doğan bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı. çocuğunu getirtti ve
kadına şöyle dedi:
- bana tapacak mısın?. Yoksa bunu da atayım mı?.
Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti; içinden şöyle
geçirdi:
- kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavun'u dil ucu ile aldatayım.
Yeter ki, bu masum kurtulsun.
îşte bu anda, vahid ferd samed yüce hak o çocuğa konuşma ihsan
eyledi; söylemeye başladı.
Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır; onların biri de
budur.
şöyle konuştu:
- anacığım, sabret; bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için
cennet hazırlandı. çünkü, sen hak üzeresin; firavun da batıl üzeredir. Bir nefes
sabret; bu fani âlemden halâs olur; ebedî nimete ve sonsuz zevke vâsıl
oluruz.
Firavun o çocuğun söylediğini işitince:
- tez kazana atın.
Dedi; o masumu da kazana attırdı.
Bunun üzerine o keseci kadın, firavun'a hitaben şöyle dedi:
- bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır;
bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.
Firavun sordu:
- ne istersin?.
Keseci kadın şöyle anlattı:
- acele olarak beni de kazana atın. Bundan sonra bir çukur kazın.
Beni ve kocamı, çocuklarımı hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla
örtün. Bizi, birbirimizden ayırma.
Keseci kadının bu dileğini firavun kabul edip onu da kazana
attırdı.
Sonra, bir çukur kazdırdı. Hepsini o çukura doldurdu.
Daha topraklan üzerine tamamen örtülmeden, gani kerim rahman ve
rahim olan yüce allah ki, onun nimeti her şeye şamildir ve kendisinden başka
ilâh yoktur; cennat-ı aliyattan tabaklar içinde türlü yemişler ve hediyeler
gönderdi. Rahmet çeşidi ile onları lütfuna mazhar eyledi, işte bu güzel kokular,
o yemişlerin kokularıdır.
Bundan sonra bir vadiye vardım; orada latif rüzgâr esiyor ve
güzel kokular geliyordu. Gayet tatlı sesler duyuluyordu. Sordum:
- bu sesler neyin sesidir?. Ve ne söylüyorlar?. Bu latif rüzgâr
ve güzel kokular .neyin kokusudur?.
Cebrail şöyle anlattı:
- cennetin rüzgârı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor,
anlarsınız.
Dinledim; cennet şöyle diyordu:
- ey benim rabbım, bana vaad ettiğin kullarını gönder. Köşklerim,
kalın ve ince dibalarım, ipeklilerim, döşemelerim, incilerim, cevherlerim,
altınlarım, gümüşlerim, misklerim, anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kâselerim
ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, hurî, gılman,
vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gayet çoğaldı. Vaad alan kullarını
gönder ki türlü nimetlerinle nimet-lendirip ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü
lütuflarınla muazzez ve muhterem edeyim.
Cennetin bu dileğine karşılık yüce hakkın şu güzel hitabı
geldi:
- ey cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip
tevhid eden, resullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk
koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan
korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu,
hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa., onun hacetini kabul ederim; muradını
ve maksudunu veririm. Her kim bana borç verirse., (borçtan murad: Allah rızası
için
.fakirlere çaresizlere, muhtaçlara verilen sadakalar ve hak
yolunda hayır için harcanan mallardır) ona kat kat mükâfat veririm. Her kim
işlerini bana bırakır; eümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun
bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim: Benden başka ilâh yoktur. Ben, cümle
vaadimi yerine getiririm. Vaadimden dönmek ol
maz. Gerçek şu ki: Bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı
olarak da en güzel allah'ın şanı pek yücedir. Bu güzel hitab üzerine cennet
şöyle dedi:
- razı oldum, ya rabbi.»
ve.. Resulüllah s.a.v efendimiz, mescid-i aksa'ya varıncaya kadar
nice nice acaip işler gördü. Ancak, meşhur olanlar bu kadardır; dola yısı ile bu
kadarla yetiniyoruz.
Resulüllah s.a.v efendimiz şöyle devam buyurdu:
-«bundan sonra beyt-i makdis'e gittik. Gördüm ki; semadan
melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi rabbım dan bana
türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler.
Beni şöyle diyerek selâmladılar:
- selâm sana ey evvel, selâm sana ey âhir, selâm sana ey hâ
şir..
Bu deyişle bana saygılar sundular. Cebrail'e dedim ki:
- bu meleklerin bana yaptığı saygı selâm ne biçim bir saygıdır?.
Evvel, âhir, haşir âlemlerin rabbı allah'tır.
Cebrail şöyle anlattı:
- ya resulellah, kıyamet günü herkesten evvel sizin ve
ümmetinizin kabri yarılacaktır. Bu manada size:
- ey haşir.
Dediler. O gün, en evvel siz şefaat edeceksiniz; en evvel makbul
olacak şefaat da sizin şefaatmızdır. Bu manada size:
- ey evvel.
Dediler. Dünya âleminde siz cümle peygamberlerin âhirisiniz,
ümmetiniz de cümle ümmetlerin âhiridir. Bu manada size:
- ey âhir. Dediler.. Sonra..
Melekleri geçip mescid-i aksa'nın kapısına geldim. Burak'tan
indim; cebrail burak'ı oradaki bir halkaya bağladı. Nebiler ve resuller,
bineklerini o halkaya bağlarlardı.
Nebiler ve resuller beni karşılayıp tazim ve tekrimde
bulundular.»
nebilerin ve resullerin, resulüllah s.a.v efendimizi karşılaması
hakkında iki rivayet vardır.
Biri şöyledir:
- yüce hak, peygamberleri habibi resulüllah s.a. Efendimizi
tazimle karşılamaları için diriltti; onlar, cesetleri ile hazır oldular.
Ancak, meşhur ve zahir olan rivayet odur ki: Onlar latif ruhları
ile hazır oldular.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«onları gayet muazzam, mübeccel ve münevver gördüm. Cebrail'e onların kim
olduklarını sordum; bana. şöyle anlattı:
- kardeşlerin, babaların nebiler ve resullerdir. Onlara selâm
ver. Onlara selâm verdim; birlikte mescid-i aksa'ya girdik. Kamet
okundu. Kendi kendime:
- acaba kim imam olacak?.
Diye gözlerken, cebrail elimden tuttu; sonra şöyle dedi:
- siz öne geçin; imam olun. çünkü, en faziletli ve en keremli
sizsiniz.
Ben..de öne geçtim; cümle nebilere ve resullere imam oldum; iki
rekât namaz kıldım.»
ulema, burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş belirtti.
- acaba ne şekil bir namazdı?.
Diye.. Na'file namaz olsa, nafile namazı: Cemaatle kılmak meşru'
değildir.
Yatsı namazı olsa., o zaman: Yatsı namazı farz olmamıştı. Kaldı
ki; yatsı namazı dört rekâttır.
Bu hususta muhakkik âlimlerin kavli şudur:
- resulüllah s.a. Efendimizin mescid-i aksa'da kıldığı namaz; her
semada imam olup kıldığı ve beyt'ül - mamurda kıldığı namaz; sidre-i müntehada
bütün meleklere imam olup kıldığı namaz kendi özellikleri arasındadır. âlemlerin
rabbı yüce allah'ın fermam ile kılmıştır.
Resulüllah s.a.v efendimizin anlattıklarına devam edelim:
-«namazdan sonra arkamı mihraba, yüzümü de enbiyaya döndürdüm; onlarla konuştum.
Her peygamber, kendisine ihsan olunan rabbanî nimetler dolayısı ile yüce rabba
sena etti. Ben de, yüce hakkın ihsanı, keremi olan üstün nimetlerinden, güzel
lütuflanndan ötürü rabbıma sena ettim.
Ibrahim a.s. Sena edip şöyle dedi:
- hamd ü sena o yüceler yücesi, ulu allah'a ki, beni halil
eyledi; bana büyük mülk verdi.
Musa a.s. Senasında şöyle dedi:
- hamd ü sena o yüceler yücesi ulu allah'a ki, vasıtasız benimle
konuştu. Benim elimle firavun'u ve hempalarını suda boğdurdu, îsrailoğullanna
necat, ihsan eyledi. Benim ümmetimden bir kavim kıldı ki, bunlar hakka hidayet
olunur; hakla adalet ederler ve yüce hakk'm rızası için amel işlerler.
Bundan sonra bavud a.s. Sena etti ve senasında şöyle dedi;
- hamd ü sena o yüce hakkın zatına ki, büyük bir mülkle beni
melik eyledi. Bana zebur kitabım ihsan eyledi. 'demiri elimde mum kadar yumuşak
eyledi. Dağları ve kuşları bana müsahhar etti. Onlar, benimle teşbih
okurlardı.-bana şeriat ilmi, güzel konuşmak ihsan ve ita eyledi.
Bundan sonra, davud'un oğlu süleyman a.s. Sena etti ve şöyle
dedi:
- hamd ü sena o kadir kayyum allah'a ki, bana rüzgârları müsahhar
eyledi. Cinni ve şeytanları müsahhar eyledi; dilediğimi yaptırdım. Bana kuşların
ve hayvanların dillerini bildirdi. Nice kulları büzerine beni faziletli kıldı.
Bana öyle büyük bir mülk verdi ki; benden başkası öyle mülke sahib ve nail
olmadı, olamaz. Bundan sonra îsa a.s. Sena etti; şöyle dedi:
- hamd ü sena o yüce yaratıcıya kî, adem'i topraktan yarattığı
gibi, beni de babasız ve maddesiz:
- k ü n (ol.)
emri ile yarattı. Bana tevrat'ın ve incil'in ilmini ve şeriatın
ilmim öğretti. Benim duamla, gözsüzlere göz ve hastalara şifa ihsan eyledi;
ölüleri diriltti. Beni ve anamı lain şeytanın mekrinden emin kıldı. Beni diri
olarak semaya çıkardı.
Bundan sonra, onlara şöyle dedim:
- hepiniz, âlemlerin rabbına sena ettiniz; ben de sena edeyim.
Ve., başladım:
- hamd ü sena o gafur rahim gani kerim celâl ve îkram sahibi zata
ki; beni âlemlere rahmet, bütün insanları sevindiren ve çekindiren resul olarak
gönderdi. Bana öyle bir kitap gönderdi ki, onun içinde her şeyin beyanı vardır.
Benim ümmetimi cümle ümmetlerden hayırlı kıldı. Benim ümmetimi orta ümmet
eyledi. Benim sinemi yardı; benden günahı kaldırdı. Benim zikrimi yüce kıldı.
Beni cümle yaratılmışların fatih'i ve cümle nebilerin sonuncusu eyledi.
Bu senamdan sonra ibrahim a.s. şöyle dedi.
- bu fatih'lik ve sonuncu olmakla cümle nebiler üzerine faziletli
kılındınız.»
makamat rivayetinde şöyle anlatıldı:
- resulüllah s.a, efendimiz beyt-i makdis'e vardığı zaman, bütün
nebiler ve resuller kendisini karşılayıp merhabaladılar. çeşitli övgülerle
övdüler. üzerine tabak tabak nurlar saçtılar. Burak'ın önünde, taa, mescid-i
aksa'ya kadar yürüdüler.
Bundan sonra, resulüllah s.a. Efendimiz burak'tan indi. Cebrail
a.s. Burak'ı bağlayınca, durdular.
Sonra, resulüllah s.a.v efendimize hitaben, şöyle dediler:
- ya habibellah, mescidin içine önce siz girin. Resulüllah s.a.
Efendimiz onlara şöyle dedi:
- siz, benden evvel peygamber gönderildiniz; öne geçmeye, siz
benden daha lâyıksınız. Onun için siz önce giriniz.
Bunun üzerine, şanı yüce izzet sahibi rabb'm şu hitabı geldi:
- ey habibim, insanları davet için bu vücud âlemine cümleden
sonra teşrif edip risaletle ayrı bir mevki kazandın. Ama ketm-i ademde vücud
bulan cümleden evvel ve kıdemli olan sensin. Onların hepsi senin nurundan
yaratıldı. önce içeri girmeye sen daha lâyıksın. Sen gir.
Bu hitab üzerine, resulüllah s.a.v efendimiz, cebrail ile beraber
içeri girdi. Sonra, nebiler ve resuller içeri girdiler.
Bundan sonra, cebrail ezan dokuyup kamet getirdi.
Resulüllah s.a. Efendimiz imam oldu. Nebiler, resuller ve hazır
olan mukarreb melekler resulüllah s.a. Efendimize uyup iki rekat, namaz
kıldılar.
Bundan sonrasını resulüllah s.a. Efendimizden dinleyelim:
-«namazı bitirdikten sonra, sırrıma hitab, derunuma ilham olundu:
- şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et.
Diye.. Bunun üzerine, yüce dergâha el açıp tazarru ve niyaza baş
ladım. Zaif ümmetimin necat ve selâmetleri, af ve mağfiret olunma ları için dua
ettim. Cehennem ateşinden halâs olmalarını taleb ettim. Orada bulunan bütün
nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb mel ler de duama:
- âmin!
Dediler. Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi:
- ey habibim, oturduğun yer, mescid-i aksa; gecen, miraç gecesi;
dua eden, senin gibi sanlı peygamber ve allah'ın sevgilisi; duana:
- âmin!.
Diyenler de, bütün nebiler, resuller, mukarreb melekler; dua
ettiğin zat ise., merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, cüm leyi
hidayet nuruna erdiren celâl ve ikram sahibi allah'tır. Duaların makbul
olacağına, ümmetinin günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına
şüphe yoktur, izzetime, celâlime yemin ederim ki, onlara rahmetimi ihsan
eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmağı onlara hil'at eyledim.»
allahım, son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasib
eyle. Ya rahim, ya rahman, peygamberin muhammed s.a. Hürmetine. âmin! Ya
hannaıı, ya mennan..
Resulüllah s.a. Efendimiz devamla anlatıyor:
-«bundan sonra, cebrail dışarı çıktı. (döndüğü zaman) elinde üç
kâse vardı. Bunların birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı. Onları
bana sundu:
- bunlardan birini seçip için.
Deyince, ben sütü alıp içtim; ama dibinde biraz kaldı. Cebrail'e
kâseyi verdiğim zaman, bana şöyle dedi:
- islâm fıtratını seçtin.
Sonra hatiften bana bir seda geldi:
- ya muhammed, kâsedeki sütü tamamen içseydin; ümmetinden hiç
kimse cehenneme girmeyecekti.
Bunun üzerine cebrail'e şöyle dedim:
- o kâseyi bana ver; içinde kalan sütü içip bitireyim. Cebrail
şöyle dedi:
- ezelde takdir olunup umm'ül - kitab'a yazılan yerini bulur ve
buldu ya resulellah.»
ulema şöyle anlattı:
- resulüllah s.a. Efendimizin, miraç gecesi kâbe-i mükerreme'-den
doğruca semaya gitmeyip önce beyt-i makdis'e varıp oradan miraca çıkması babında
on yedi fayda vardır.
Biz, burada o on yedi faydayı beyana kalksak uzun olur; ancak biz
onlardan ikisini beyanla yetineceğiz.
Birincisi:
Resulüllah s.a. Efendimiz, semaya doğruca mekke'den gidip miraç
eyleseydi; sonra da bunu ümmetine haber verseydi; bilhassa inad-laşanlan ilzam
etmek hem müşkil, hem de zor olurdu. Ama resulüllah s.a. Efendimiz:
- «önce-beyt-i makdis'e vardım; ondan sonra semaya uruc
ettim.»
buyurdu. Resulüllah s.a. Efendimiz bu haberi verdiği zaman,
inadlaşanlar yine iıkâr etti. Bunun için şöyle dediler:
- eğer gittihse, beyt-i makdis'in, mescid-i aksa'nın şeklini ve
oluşunu bize haber ver. Biz, daha önce oraya gitmişiz, biliriz. Senin daha önce
oraya gitmişliğin yoktur. Eğer durum bizim gördüğümüz gibi ise., bizim
gördüğümüze uygun cevap verirsen, biz de inanırız. Bu gece uyanık olarak,
kudüs'e gidişini anlattığını da bilir inanırız.
Resulüllah s.a. Efendimiz onların suallerine doğru cevap vermek
ve oranın şeklini olduğu gibi anlatmak sureti ile onları ilzam edip susturdu.
Miracını böylece isbat eyledi.
Bu durumu biraz daha açalım..
Resulüllah s.a. Efendimiz, miraç edişinin ertesi gün; durumu
haber verdiği zaman inkâr ettiler. şöyle dediler:
- şayet oraya vardınsa mescid-i aksa'nın durumunu bize anlat
onların bu teklifi karşısında, resulüllah s.a. Efendimiz mütahay
yir oldu. çünkü, orada nebilerin ve resullerin güzel sohbeti ile
müte îezziz olup daldığından; mescid-i şerife bakmamıştı. Tam bu anda cebrail
geldi ve şöyle dedi:
- sübhan olan yüce hakkın sana selâmı var. Bana emir verdi;
mescid-i aksa'yı önünüze getireceğim. Ona bakın; sorduklarına cevap verin.
Ve.. Mescid-i aksa'yı resulüllah s.a.v efendimize gösterdi.
Allah-ü taâlâ'nm kudreti ile mescid-i aksa'yı karşısında hazır görünce sevindi
ve inadlaşanlara:
- «sorun.»
buyurdu. Onlar sordukça, resulüllah s.a.v efendimiz isim ve resim
şekli ile haber verdi. Meselâ:
- direkleri kaç tanedir?
Diye sordular. Resulüllah s.a.v efendimiz, her direği vasfı ile
anlattı. Ebru taşı mıdır; mermer midir?.. Vasfına göre bir bir ayarı etti. Her
direğin aralığı nekadar ise., onu da anlattı. Bunun üzerine şöyle dediler:
- oraya gittiğinde şek ve şüphe yoktur. Biz, defalarca gittiğimiz
halde, onu bu şekilde anlatmaya gücümüz yetmez.
Işte., onlann bu ikrarları ile, kendilerini ilzam edip miracını
isbat eyledi.
Ik i n c i s i :
O yer ki beyt-i makdis'tir; mahşer yeri orası olacaktır. Ruz-ü
cezada cümle mahluk o yerin üzerinde toplanacaktır. Bu sebepledir ki, allah-ü
taâlâ, habibi, resulü, cümleden ulu kıldığı muhammed s.a.v efendimizi pak
cesetleri ile oraya getirdi. Mübarek ayaklarını dünya âleminde o yerin üstüne
bastırdı. Ta ki: Kıyamet günü olup o yerde cümle mahluk toplanıp haşroldukları
zaman; resulüllah s.a.v efendimizin daha önce, hayat âleminde o yere basması
hürmetine, kendisini tasdik eden ümmetine orada durmak kolay gele. O yerin
dehşetinden ve şiddetinden emin oiaîar.
O yerin üzerinde bulunan durak elli duraktır; her durakta biner
yıl kalınacaktır. Böylece o gün, elli bin yıllık vakit olur.
Resulüllah s.a. Efendimizin hürmetine; oralarda ümmetinin
durmasını allah-ü taâlâ kolay eder. Böylece onlar, o günün cümle dehşetinden ve
şiddetinden selâmet bulur, salim olurlar.
Amin! Resullerin efendisi, âlemlerin rabbı yüce allah'ın habibi
ve müttakilerin imamı hürmetine.. Allah-ü teâlâ ona salât ve selâm eylesin.
Tekrar resulüllah s.a. Efendimizin anlattıklarına dönelim; şöyle
buyurdu:
- «bundan sonra, cebrail elimden tuttu; beni dışarı çıkardı.
çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahrada, bir ucu da
semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan,
bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri
altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi.
Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı; gayet de güzeldi.
Ondan güzel bir şey görmedim.»
o merdiven, meleklerin yoluydu. Semadan yere ve "yerden semaya
inip çıkan melekler; o merdivenden inip çıkarlardı. ölüm meleği azrail ruhları
almak için, o merdivenden teşrif ederdi. âdemoğulları-nın ruhları da oradan
çıkar. Mümin kulun ölümü yaklaştığı zaman, yüce hak, o merdiveni gösterir;
azrail'in indiğini görür. O merdiveni seyre dalar; sekerat-ı mevti artık duymaz.
Tıpkı, züleyha'yı ayıplayan kadınlar parmaklarını kestiklerinden haberdar
olmadıkları gibi..
Yusuf a.s. Ile züleyha'nın hikâyesi aşağıdadır.
Bazı kadınlar:
- züleyha, yanındaki genci seviyor.
Diyerek, kendisini ayıpladılar. Bunun üzerine, züleyha o
kadınları davet etti. Yusuf'e de şöyle dedi:
- seni, onların yanında içeri çağırdığım zaman gel; bir mikdar
dur.
Bundan sonra, o kadınlara şöyle dedi:
-- sizinle turunç yiyelim.
Sonra, her birinin eline birer turunç, birer tane de keskin bıçak
verdi. Onlar turuncu keserken, züleyha yusuf'u çağırdı.
Yusuf içeri girip bir mikdar durdu. O kadınlar yusuf'un
güzelliğini ve cemalini görünce, hayran oldular. Her bîri, turuncu kestim zannı
ile ellerini bir kaç yerinden kestiler; fakat hiç acısını duymadılar. Taa,
züleyha yusuf'u dışarı gönderinceye kadar.. Sonra.. Züleyha, o kadınlara
sordu
- bu elinizdeki kan nedir?.
Kadınlar bakıp kanlan gördükleri zaman, şaşırıp şöyle
dediler:
- elimizi kesmişiz; hiç duymadık.
Onlar, yusuf'u gördükleri zaman, ellerini kestiklerinin farkında
olmadıkları gibi; o kerim rahman olan yüce mevlâ mümin kullarına o merdiveni
gösterip o merdivenin güzelliği ile meşgul eder; ölüm acısını duyurmaz.
Bundandır ki, ölünün gözü açık kalır. Zira o, merdivenin seyrinde iken, ruh
çıkar. Ruh çıktıktan sonra da, gözün" kapamak onun için mümkün olmaz; açık
kalır.
Allahım, bize ölüm acısını kolay eyle. Son nefesimizi imanla
kapa.
âmin!.
Sonrasını resulüllah s.a.v efendimiz şöyle anlattı:
-«cebrail beni kanadı üzerine aldı. Sağundan ve solumdan melekler
beni sardı. O merdivenden semaya doğru çıktık.»
bu hususta gelen bir rivayet şöyledir:
- resulüllah s.a.v efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa
bastı. O taş, resulüllah s.a.v efendimizin mübarek ayağı altında pamuk gibi
yumuşadı. Halen, resulüllah s.a.v efendimizin ayak izi, o taşın üzerinde
mevcuttur.
Resulüllah s.a.v efendimiz, mübarek ayağını o taşın üzerinden
kaldırmak istediği zaman, allah'ın izni ile o taş resulüllah s.a.v efendimizi
yukarı kaldırdı. Bu sırada, merdivenin basamağı da eğildi; taşla beraber
oldu.
Resulüllah- s.a.v efendimiz, ayağını taştan alıp merdivene bastı
ve:
-«dur, ey taş.»
buyurdu. Bastığı basamak, resulüllah s.a.v efendimizi alıp yerine
yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi; resulüllah s.a. Efendimizi aldı
yerine yükseldi. Sonra üstündeki basamak eğilip geldi; resulüllah s,a.
Efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra, onun üstündeki basamak eğilip geldi;
resulüllah s.a.v efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa, semaya varıncaya kadar,
resulüllah s.a.v efendimiz bu şekilde yükseldi.
Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu
basamaklar daki durum gibidir.
O taş, resulüllah s.a.v efendimizin:
- «dur.»
emr-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. şu anda dahi,
o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.
O, bir taş iken, resulüllah s.a.v efendimizin emrine itaat ve
inkı-yad ederek halâ öyle durur. Bu şanlı ümmetine yakışır mı ki: Yüce hak
tarafından, habib-i ekrem'i s.a.v efendimize itaat ,ve inkıyad em
ri almış oldukları; ona muhalefetten men ve nehy olundukları
halde itaat etmeyip muhalefet edeler.
Bu manayı düşünmelidir. Ibret alınmalı; resulüllah s.a.v
efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile
dünyanın ve âhiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine
ermek için çalışıp gayret göstermelidirler.
Allah-ü taâlâ, cümlemize başarısını arkadaş eylesin.
Bir başka rivayette şöyle anlatıldı:
- resulüllah s.a.v efendimiz, o taştan burak'a bindi; burak'la
semalara yükseldi.
Bir başka rivayette ise, resulüllah s.a. Efendimiz şöyle anlattı:
-«o merdivenin başında ulu bir melek gördüm; o melek iki elini açacak olsa, yedi
kat yer ve yedi kat gök iki eli arasında mahvolur, o melek bana selâm verdi;
sevgi gösterdi. Sonra şöyle dedi:
- ya resulellah, âdem'den a.s. Yirmi beş bin sene evvel
yaratıldım. O zamandan beri sizi istikbal için; tam bir sevgi ve daima size
salâvat ile meşgul olarak bu makama kudümünüzü bekliyorum. Allah'a hamd olsun;
bu devlete bu gece erdim.
O melekten ayrıldıktan sonra, bir deryaya vâsıl oldum. O deryanın
iki yüz sene yolluk kalınlığı vardı. O derya allah'ın kudreti ile asılı duruyor;
bir damla dahi su damlamıyordu. Karada ve denizde nekadar mahluk varsa, o
deryada- mevcud idi. Gayet de dalgalı idi.»
derler ki:
- güneşe bkıldığı zaman, görünen titreşimler, o denizin
dalga-larmdandır.
Resulüllah s.a. Efendimizin anlattığına devam edelim:
-«bundan sonra, yel hazinesine eriştim. Yelin yetmiş bin muhkem
zinciri vardı; pekçe bağlanmıştı. Yetmiş bin melek, onu tutup
zaptediyorlardı.
Bundan sonra, düriya semasına eriştim. Onu, allah-ü taâlâ yeşil
zümrütten yaratmıştı.»
bir başka rivayette ise şöyle buyurdu:
- «su ile dumandan yaratmış..»
resulüllah s.a.v efendimiz, bu semanın ismi için, bir rivayette:
-«r e f i a.»
denildiğini anlattı; bir başka rivayette ise: -«r e k î a.»
denildiğini anlattı. Bu semanın hazinedarı için ise, şöyle
anlattır -«ismail'dir. Ki bu: Meleklerin peygamberlerindendir.» resulüllah s.a.
Efendimiz, bundan sonra, semalara ulaşmasını anlatıyor.
Kaynak : Delail-i hayrat şerhi"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder