HZ.MUHAMMED (S.A.V)'İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI
" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik". (el-Enbiyâ
Sûresi, 107)
l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ
1- DOĞUMU:
Hz. Muhammed (s.a.v.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12
Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda
bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde
doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz
(s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.(18) Abdülmuttalib, torununun
doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara: "Muhammed adını
verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler..."
cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri
anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile
öven, hamdeden kimse demektir.(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in
doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O
gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu
yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan
"ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri
kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân
korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü.
Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür
ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.
2- SOYU (NESEBİ)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babası, Abdülmuttalib'in
oğlu Abdullah; annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir. Babası Abdullah, Kureyş
Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır.
Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir. Her ikisi
de Mekke'lidir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz.
İsmâil'in neslindendir. Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile
Hz.İsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf
etmişlerdir.(21) Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli
bir neseb zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz: "Ben devirden
devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları
soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları'
âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur.(22) Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme
işi şöyle anlatılmıştır. "Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i,
İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden
Hâşimoğul-larını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." (23) Bir başka hadis-i
şerifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah beni, dâima helâl
babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden
ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız
birleşen olmamıştır". (24) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan iki ay kadar önce
babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25
yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasından
mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan
Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.(25)
3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü
yetmediği için, daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe
tarafından emzirildi.(27) Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi
Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu. Mekke'nin havası ağır
olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere
verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz yetişiyor, hem de bozulmamış
(fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi
Halîme'ye verildi. Halîme, yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı
düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun
evlerine uğur ve bereket getirdiğini görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok
sevmiştir. Süt kardeşi Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur.(28)
Hz.Muhammed (s.a.s.) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima
ilgilenmiştir. Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek
karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29) Hz. Muhammed
(s.a.s.) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında
Halîme çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslâm târihçileri, bu
esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu
gibi olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine
teslime mecbûr kaldığını naklederler.(30)
4- MEDİNE ZİYÂRETİ
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi
Âmine ile kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken,
babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık
hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabaları
Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine'nin 23 mil
güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından yetim
kalmış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz
kalıyordu. Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle
süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak "Her yeni eskiyecek,
her fâni yok olup gidecek, Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem, Namımı ebedi
kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir şiir söyledi. Bu
sözlerden sonra vefât etti.(32) Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen
Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Altı yaşından sekiz yaşına
kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir
ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de öldü.
Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini, öz
amcası Ebû Tâlib'e bıraktı.(33/1) Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye
Barışı dönüşünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip,
teessürle gözyaşı döktü. Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım,
buyurdu. (33/2) BİR GECE Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi, Kumdan, ayın
ondördü bir Öksüz çıkıverdi! Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin
senedir, halbuki bekleşmedelerdi! Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî Bir
kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi. Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o
zamanlar., Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer
yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Fevzâ bütün âfâkına
sarmıştı zemînin. Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi. Derken büyümüş,
kırkına gelmişti ki Öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada
insanlığı kurtardı O Mâsum, Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi! Aczin ki,
ezilmekti bütün hakkı, dirildi; Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni, Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep; Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na
ferdi. Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet... Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr
ile haşret. Mehmed Âkif ERSOY Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayıs
632 M. târihine rastlayan Pazartesi günü öğleden sonra vefât etmiştir. (Bkz.
Tecrid Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.)
Efendimiz'in 63 yaşında vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid Tercemesi,
9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671) Rasûlüllah (s.a.s.)'in, Hz.
Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği gün, güneş tutulmuştu. (Bkz.
Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis No. 547) Mısır'lı Muhammed
Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma sonucu, bu tutulma olayının, Milâdi
632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a rastladığını tesbit etmiştir. Rasûlüllah
(s.a.s.)'in vefâtı, 1 Rebiülevvel 11 H/27 Mayıs 632 M. Pazartesi günü olduğuna
göre, Muhammed Felekî Paşa bu tarihten 63 kameri yıl geri giderek, Rasûlüllah
(s.a.s.)'in doğumunun 9 Rebiülevvel/20 Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571
pazartesi olması gerektiği sonucuna varmıştır. (Bkz. Asr-ı Saadet 1/191). Fetih
Sûresinde bu ism–i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak vasıflanmıştır. Saf
Sûresinin 6. âyetinde ise: "Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben,
benden önce indirilen Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra gelecek ve adı Ahmed
olacak bir peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'ın size gönderilmiş bir
peygemberiyim demişti..." buyrulmuştur. Bu ayet-i celilede Hz. İsâ'nın,
kendinden sonra "Ahmed" adında bir peygamberin geleceğini müjdelediği
bildirilmektedir. Bugün elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in orjinal nüshası
bulunmayıp, ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış muharref nüshalar
bulunduğundan Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin aslını bugünkü İncillerde
aynen bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan Türkçe'ye çevrilen Yuhanna
İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir: "Baba'dan size göndereceğim
"Tesellici", "Babadan çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet
edecektir." Burada geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin Yunancasında "Faraklit"
dir. İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd" veya "Hâmid" olarak
terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan bilginleri de bu kelimeyi
"Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açıklamışlardır ki aşağı yukarı "Ahmed"
anlamındadır. İncil'deki "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye terceme etmiş de
olsalar, Hz. İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında bilinen bir peygamber
bulunmadığına ve günümüze kadar da zuhûr etmediğine göre, Hz. İsâ'nın
gönderileceğini bildirdiği "Tesellici" veya "Faraklit" Rasûlüllah (s.a.s.) den
başka kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-293, Hadis No: 1439 ve izâhı.)
Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski
kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adı daha vardır: Mâhi, Hâşir,
Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bana âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed
ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim, ki Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir.
Ben Hâşir'im ki (kıyamet gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır.
Ben Âkib'im, Çünkü peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi, 9/291,
Hadis No: 1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah (s.a.s.)'in diğer
isimleri için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve 10/43) Annesinin nesebi de
şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü üzere her iki
tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir. (İbn Hişam, 1/115)
II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN GENÇLİK DÖNEMİ
1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar
olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası
Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur. Ebû Tâlib, zeki ve
âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle
herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından
ayırmıyordu.
2- SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle
uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla,
yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi
kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e
amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû
Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu
esnâda henüz oniki yaşındaydı. Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam)
denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan
kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu
kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal
kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun
istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini
kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû
Tâlib'e: -"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet
ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden
korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib
Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri döndü.(34) Son
Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de
bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve
vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi
Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın
sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir hadis
kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."(35)
" "
Gülünç Bir İddiâ
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip
Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi
gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu
râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir. Bu iddia son derece gülünç ve
tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin
esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip
bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu
konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı.
Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri"
demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi)
inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu
iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir.
b) Yemen Seyâhati
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret
kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip
gelmiştir.(36)
3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç
savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak
haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş
yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi. Kureyş
kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış,
dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için
"Ficâr Savaşı" denildi. Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa
amcaları ile birlikte katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını
dökmemiştir. Sâdece karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına
vermiştir.(37)
4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can
ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların
malları yağmalanıyordu. Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün
malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına
çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin
bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri
gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları,
Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu
Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç
kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan
kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri
verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular. Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl
b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı,
kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların
hakkını adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu
yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu
Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl"
denildi. Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile
beraber üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun
kaldığını Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam,
yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)
III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN EVLİLİK DÖNEMİ
TİCARET HAYATI
Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasıyle
birlikte ticâret yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında,
dürüstlüğü ile tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar
verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla görülmemiş;
dürüstlüğü dillere destan olmuştu. Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her
konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun bu yüksek ahlâkını öğrenen Kureyşin
zengin kadınlarından Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif
etti. Böylece Peygamber (s.a.s.) ile Hatice arasında ticâret ortaklığı
başladı.
2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ
Kureyşin Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki,
dirâyetli, şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı.
Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı. Kureyşin ileri gelenlerinden pek
çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti. Güvendiği kimselere
sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini artırıyordu. Yüksek
ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine Müslümanlıktan önce "Tâhire"
denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra" denilmiştir. Hz. Hatice bir ticâret
kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Şam'a gönderdi. Kölesi Meysere'yi de
hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.) Şam'a kadar gitmedi; malları
Busra'da satarak geri döndü. Çünkü Bahîra'nın ölümünden sonra yerine geçen Râhip
Nestûra da, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı.(40) Üç ay
kadar sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek
döndü. Hz. Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu.
Daha sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı. Bu esnâda
Hz.Muhammed (s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı.(41) Nikâh, Hatice'nin
amcazâdesi, Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin evinde kıyıldı. Ebû
Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve
meziyetlerini dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz.
Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birleşir. Hz. Hatice'ye 20 dişi deve mehir
verildi.(43) Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi.
Evlenmelerinden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek
ve mutlu bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e derin bir
saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu gibi, Peygamberlik
devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu
gösterdi. Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok
evlilik âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da
bulunduğu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla
andı.
" "
3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız
olmak üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah
adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet
olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi. Kaasım ile
Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları büyüdüler. Fakat Fâtıma'dan başka hepsi de
babalarından önce vefât ettiler. Yalnız Fâtıma, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtından
sonra altı ay daha yaşadı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i
Ebu'l-Âs ile evlendirdi. Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine
izin vermemişti. Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı
ile serbest bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i
tekrar aldı.(44) Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından
Utbe ve Uteybe ile evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı
yaptı. Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz. Osman'la
evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bu yüzden
Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi. En küçük kızı
Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz. Fâtıma'nın
çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma ile devâm etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu olmuş,
fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür.
" "
4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M.)
Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen
uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi
gerekmişti. Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler.
Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı temele
kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i Esved"i
yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş'in bütün kolları, bu şerefin
kendilerine âit olmasını istiyordu. Anlaşmazlık dört gün sürdü, kan dökülmek
üzereydi ki,(45) Kureyş'in en ihtiyarı Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b. Muğîre"Harem
kapısından ilk girecek zâtın hakem yapılarak, onun vereceği karara uyulmasını"
teklif etti.(46) Bu teklif kabul edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s)
girmişti. Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine
râzıyız..." diye bağrıştılar.Yanlarına gelince, durumu anlattılar. Hz. Muhammed
(s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını Kureyşin ulularına
tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar. Hz. Peygamber
(s.a.s.)'de taşı alıp yerine yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu şekilde çözümlenmesi
herkesi memnûn etti. Böylece büyük bir felâket önlenmiş oldu.(47) Bu olay, Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler arasındaki
sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 35
yaşında idi. Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış, taş
taşımış, hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne
uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu açılıverince
baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra hiç üryân
görülmemiştir.(48) (18) Siyer ve İslâm Târihi müellifleri, Rasûlüllah
(s.a.s.)'in doğumunun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı
olduğunda genellikle ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda
birleşememişlerdir. (19) Peygamberimizin en meşhûr ve Kur'an-ı Kerim'de geçen
isimleri; "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 4
yerde (Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve Fetih Sûresi
19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir. (20) Hz. Muhammed
(s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla şöyledir:
Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâab, Lüey,
Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, en-Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar,
Nizâr, Meadd, Adnân, (el-Buhârî, 4/238; İbn Hişâm, 1/1-2) (21) Aynî,
Umdetü'l-Karî, 8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-ı Saâdet, 1/178-179 (22)
El-Buhârî, 4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44 (23) Müslim,
4/1782 ( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605); Tecrid Tercemesi
10/44 (24) Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi,
10/44; Târih-i Din-i İslâm, 2/5 (25) Asr-ı Saâdet, 1/187 (26) Târih-i Din-i
İslâm, 2/16 (27) İbnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; İbn Sa'd, Tabakat 1/108 (28)
İbnü'l-Esir, a.g.e., 1/460 (29) Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/
1962 (Ebû Dâvud'dan) (30) Bkz. İbn Hişâm, 1/174; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462;
Hamîdullah, İslâm Peygamberi 1/40 Rasûlüllah (s.a.s.)'in hayatında şakk-ı sadr
olayı bir kaç defa olmuştur. İlki, süt annesi Halîme'nin yanında iken meydana
gelmiştir. Melekler, göğsünü açıp, "işte şeytanın sendeki nasibi" diyerek bir
pıhtı çıkarıp atmışlardır. (Müslim, 1/147 K. İmân B. 74, Hadis No: 261). İlk
vahyin gelişinden önce de, vahyin ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı sadr
olayının tekrarlandığı rivâyet edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce de Cebrâil
(a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in göğsünü açıp "zemzem suyu" ile yıkadıktan sonra
imân ve hikmet doldurmuştur. (Tecrid Tercemesi, 2/227, Hadis No: 227 ve izâhı)
(31) İbn Hişâm, 1/177; Tecrid Tercemesi, 4/699 (32) Târih-i Din-i İslâm, 2/23;
Tecrid Tercemesi, 2/699 (33/1) Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden 10 oğlu ve
6 kızı vardı. Bunlar içinde Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile Peygamberimiz
(s.a.s)'in babası Abdullah ana baba bir kardeşti. (Asr-ı Saâdet 1/ 197; Târihi-i
Din-i İslâm, 2/27) Oğulları: Abbâs, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asıl adı
Abdimenâf) Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim, Dırar, Ebû Leheb (asıl adı Abduluzza)
dır. Kızları ise: Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre.
(İbn Hişâm, 1/113) (33/2) İbn Sa'd, et-Tabakat, 1/116-117; Tecrid Tercemesi,
4/683 Kelime Açıklamaları: Hasrân: Sapıklık, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada
insanların yaşadığı yerler, kalkınmış ülkeler-Beter: daha kötü-Beşer: İnsan
cinsi, bütün insanlar-Dişsiz: (burada) güçsüz, zayıf, kimsesiz-Fevza: Kargaşa,
anarşi-Âfak: Ufuklar-Ufuk: Uzaklara bakıldığında yeryüzünün gökyüzüyle birleşmiş
gibi görünen yeri-Zemin: Yeryüzü. Şark: Doğu ülkeleri-Tefrika: Fikir
ayrılığı-Nefha: Üfürme-Mâsûm: Günahsız-Hamle: Atılma, saldırma-Kayser: Bizans
imparatorlarına verilen ünvan-Kisrâ: İran hükümdarlarına verilen ünvan-Acz:
Güçsüzlük- Zevâl: Yok olma-Şer'i mübin: İslâm dini-Şehbal: kanat, kanattaki uzun
tüyler-Adl: adalet-Medyûn: Borçlu-Beşeriyyet: İnsanlık-Mahşer: Kıyâmette
insanların toplanacağı yer-Haşretmek: Kıyâmet günü insanları dirildikten sonra
mahşerde toplamak. (34) Bkz. et-Tirmizi, es-Sünen, 5/590-591 (Hadis No: 3620);
İbn Hişâm, 1/91-194; İbnü'l-Esîr,a.g.e., 2/37 (35) et-Tirmizi, 5/588, (Hadis
No:3617) (36) Târih-i Din-i İslâm, 2/33 (37) İbn Hişâm, 1/198 (38) İbnü'l-Esîr,
a.g.e., 2/41 (39) İbn Hişâm 141-142; Tarih-i Din-i İslâm, 2/ 36; Tecrid
Tercemesi, 7/101 (40) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39 (41) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/39
(42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i Din-i İslâm, 2/
47-48 (43) İbn Hişâm, 1/201. Beşyüz altın veya beşyüz dirhem.. gibi rivâyetler
de vardır. (44) Ebûl-Âs ile ilgili daha geniş bilgi için, bkz. Tecrid Tercemesi,
2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhı) (45) Abdü'd-dâroğulları, ellerini bir
çanaktaki kana batırarak, "kanımız dökülmedikçe, bu konuda kimse bizim önümüze
geçemez" diye yemin etmişlerdi. (Tarih-i Din-i İslâm, 2/55) (46) Târihi-i Din–i
İslâm, 2/55 (47) Bkz. İbn. Hişâm, 1/209; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/45; Tecrid
Tercemesi, 6/40-44 (48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi, 2/240, Hadis No. 237
ve 6/48
"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder